| Bağlantılarım |

YaQuza| Resimler| Klipler| Videolar | Linkler| Blogum| Bilgiç| Mizah| Oyun| AsHilL Sohbet

0 0

Ahlak Felsefesinde Çileci Ve Özgeci Yaklaşımlar

J.J. Rousseau ve I. Kant


J.J Rousseau ve I. Kant'ın ahlâk felsefelerinde özgürlük karşımıza temel
kavram olarak çıkıyor. Bu iki filozof da özgeci ve çileci bir ahlâk anlayışını ve bu
ilkeler üzerine kurulan bir çözümleme yolunu benimsemekte; ahlâkî davranışı
nedensellik bağlamının dışına taşımak, onu doğa yasalarından bağımsız bir alanda
incelemek istemektedirler. Biz bu yaklaşımındaki ortak noktaları ortaya koyarak
tartışmaya açmak istiyoruz.

J.J. Rousseau'nun siyaset felsefesinde özgürlük kavramı özsel bir dayanak
noktasıdır. Rousseau genel istenci oluşturan tikel istençlerin özgür olduklarını
düşünür. Toplumdaki birey, eğilimlerinin etkisiyle kendi dolaysız çıkarlarının
başkalarınkilerle çatıştığı kanısında olabilir. Sözleşmeli toplumun yönelimi
olarak ortaya çıkan genel istencin bir bütün olarak toplumun iyiliğini gözeterek
salık verdiği tutum ve davranışın, tek başına bireysel yarar düşüncesinin belirlediği
tutumdan farklı olmasını beklemek doğaldır. Öte yandan, eğer bireylerin genel
istence uygun davranmaları olanaklıysa, dahası gerçekten de böyle bir uyum
görülüyorsa, tikel istençlerin özgür olduğu düşünülmelidir. Rousseau genel istence
uygun davranışı bir olgu gibi gördüğünden insanın edimlerinde özgür olduğunu
varsayar. Eğilimlerden, dolaysız çıkar kaygısının etkisinden kurtulmuş istenç
özgürdür. Rousseau'nun siyaset felsefesinde özgürlük genel istence uygun
davranışın, bir başka deyişle ona boyun eğmenin koşuludur.

Rousseau'nun siyasal özgürlük kavramının ardında onun ilk örneği olan
başka bir özgürlük kavramının bulunduğunu görüyoruz. Özgürlük ilkin ahlâka
ilişkin bir kavramdır. Rousseau Toplum Sözleşmesi'nde insanı kendisinin efendisi
yapan bu "ahlâkî"' özgürlükten söz ederken "... salt isteklerin dürtüsüne uymak
kölelik, kendimiz için koyduğumuz yasalara uymaksa özgürlüktür'^ dediğinde
toplumsallaşmış insanın özgürlüğü için özgeci-çileci bir tanım vermektedir.
Toplum içinde özgürlük de bu özgeci örneğe göre tanımlanır: oya sunulan yasa
tasarısı çoğunluk tarafından benimseniyorken benim tercihim genel istence aykırı
düşüyorsa, yanıldığımı bilmeliyim; oylamada bana sorulan çıkarıma neyin uygun
düşeceği değil, toplum için neyin iyi olduğudur. Eğer genel istenci, yani toplum
için iyi olanı bulgulamaktaki başarısızlığım bireysel çıkar kaygılarından
kurtulamayışından kaynaklanıyorsa, ahlâkî anlamda özgür sayılamayacağım
açıktır. Öte yandan, genel istençle kendi çıkarlarımı gözeterek verdiğim karar aynı
doğrultuda buluşmuş olsalar bile, eğilimlerimin etkisinden kurtulamadığım sürece
genel istencin oluşmasında katkım olduğunu düşünmeye hakkım yoktur .
Rousseau insanın yalnızca kendisi için yararlı olanı hedef gösteren itkilerin
üstesinden gelebildiğinde özgürlüğünü gerçekleştirdiğini düşünmektedir. Bu
kuramsal çerçeveye göre insan itkilerim başkalarıyla sözleşerek kurduğu toplum
için bastırmaktadır. Eğer bireyin başkalarının yararını gözetmesi — bu sonunda
kendi yararını gözetmesi demek olsa da - toplumsal yaşamın temel koşulu olarak
görülüyorsa, burada özgeci ilkelere dayanan bir kurgulama yapıldığı çok açıktır.
Yine, insanın doğal itkilerini bastırdığında toplumsal 'bir varlık olabildiği öne
sürülüyorsa çözümlemede çileci ilkelerin kullanıldığından kuşku duyulamaz.
Rousseau özgecilikle çileciliği bitiştirmektedir.

Rousseau toplumda birey özgürlüğünü özgeci-çileci bir çerçevede ele
alırken, inşam diğer canlılardan ayırt eden özgülüğü olarak onun doğal dürtülere
karşı koyabilme yeteneğini göstermektedir. İnşam hayvandan ayıran şey onun
anlama yetisine sahip olmasından çok "özgür" olmasıdır . İnsan özgür bir varlık
olduğu için ahlâkî bir varlıktır. Bir özdek düzeneği, yani beden olarak insan,
Rousseau için yalnızca doğal yasaların egemenliğinde olduğu, istenciyle edimlerine
yön veremediği için köledir.

Toplumun diğer bireyleriyle birlikte bir sozleşmeci olarak genel istencin
belirlenmesine oy vererek katkıda bulunan birey, genel istenç açıklığa
kavuştuğunda kendisini bu istencin ifade bulduğu yasayı yapan kişi olarak
görmelidir. Bu yasayı özgür olduğu için yapabilmiştir ve bu yasaya uymak artık
onun ödevidir. Sözleşmeci özgür bir varlık olarak tasarlanmaktadır; bu öyle bir
özgürlüktür ki insanı yasayla koşulsuzca bağlamakta, onu doğadan ayırmaktadır.
Birey yasa koyuculuğa yükseltilmektedir gerçi, ama yasanın oluşumundaki katkısı
olumsuz terimlerle açıklanmaktadır'. Rousseau'nun felsefesinde özgürlük ve ödev
özgeci-çileci çerçevede birbirlerini tamamlayan kavramlardır.

Rousseau ahlâkî davranışın kökenini acıma duygusunda olduğunu
düşünür; ona göre bu duygu insana doğuştan bağışlanmıştır ve 'yararına olanı
başkasına olabildiğince az zarar vererek' gerçekleştirmeyi salık vermektedir. İşte
insanın toplumsallaşması da bu duyguyla olanaklı olabilmiştir.
Rousseau'nun ahlâkî davranışa getirdiği açıklamada doğadaki nedenselliğe
yer yoktur. Acıma, doğadan gelen Varlığını koru, kendini güvenlik altına al'
buyruğuna karşı bir denge unsurudur. Aslında Rousseau'nun portesini sıradan bir
duygulanım, hatta bir duygu olarak görmemiz yanlış olur, o daha çok doğuştan
ideaya. yakın bir kavrama benzer. Rousseau toplumsal yaşamı olanaklı kılan ilkeyi
duygu olarak adlandırmakla bu ilkenin ussal bir yoldan çıkarsanamayacağını,
ancak sezgi yoluyla temellendirilebileceğini göstermek istemektedir. Ahlâkî
davranış nedensel doğa yasalarına (özdeksel yasalara) dayanılarak açıklanamaz,
Rousseau insanın törel bilince, doğuştan bir acıma duygusuna sahip olduğu için
toplumsal bir varlık olabildiğini düşünmektedir.

Immanuel Kant'm Rousseau'nun düşüncesine büyük değer verdiği bilinir.
Kant, Rousseau'nun insanın gizli özünü ortaya çıkardığını söylemekte ve onun
insan doğasında bulguladıklarını Newton'un doğada bulguladıklarıyla
karşılaştırmaktadır . Kant da Rousseau gibi varoluşu ikiye ayırmakta, tinselliği
doğa nedenselliğinin egemen olduğu alandan uzaklaştırmakta, insana tinsel bir
varlık olarak 'özgürlük' vermektedir. İstenç özgürlüğü tanıtlanamasa da bir olanak
olarak karşımızda durmaktadır. Kant işte bu olanaklılığa dayanarak özgürlüğü
koyutlar.

Tıpkı Rousseau gibi Kant da ahlâkî davranışın temel dayanağı olarak
gördüğü özgürlüğün duyumsandığını söylemektedir; ona göre içimizdeki ses, 'hata
yaptığında bilincin yerindeydi' diyorsa işte bu özgür olduğumuzun, edimlerimizi
yönlendirmenin elimizde olduğunun en açık kanıtıdır. Kant için özgürlük ve yasa
arasında çok yakın bir ilişki vardır: "Ahlâk yasası daha önce aklımızda açıklıkla
düşünülmüş olmasaydı, özgürlük gibi bir şeyi (kendi içinde çelişme taşımasa bile)
varsaymakta kendimizi hiçbir zaman haklı göremezdik. Ama özgürlük olmasaydı,
içimizde karşılaşabileceğimiz bir ahlâk yasası hiç bulunmazdı " "
Kant insanın öncelikle yasanın dolaysızca bilincinde olduğunu,
özgürlüğünü ise yasa yoluyla kavradığını düşünür gibi görünüyor. Bu yönüyle
onun ahlâk felsefesi Rousseaue'nunkinden ayrılmaktadır. Kant'ın ahlâkta
bulunduğunu varsaydığı değişmez ussal yapıyı ortaya koymak için öncelikle
yasanın bilincinde olduğumuzu vurgulayarak özgürlük ya. da törel bilinç
kavramlanni yasanın bağlılaşıkları yaptığını görüyoruz. Bu belki de, onun ahlakta
ussallık çizgisinden ödün vermemek kaygısından kaynaklanmaktadır. Olasıdır ki
Kant yasanın, özgürlük ve törel bilinç gibi duyusallığa yakın görünen kavramlarla
karşılaştırıldığında daha belirgin 'ussal' çağrışımları olduğunu düşünmektedir. Bu
ayrıma karşın Kant ve Rousseau'nun ahlâkı dayandırdıkları temel özdeştir. Çünkü
gerek Kant gerek Rousseau için ahlâk ancak doğa yasalanndan bağımsız bir
nedenselliğin varsayılmasıyla olanaklıdır. Özgürlük varsayımı her iki filozof için de
boş bir varsayım değildir, duyumsatmaktadır, ahlâk yasasını ve özgürlüğü
bilincimizde buluruz. Ne özgürlüğü de ne de ahlâk yasasını sıradan varsayımlar
olarak görmemelidir: özgürlüğün bir olgu olduğu söylenmektedir, çünkü bizde
onun sezgisi vardır, öte yandan bir yasanın verilmiş olduğunu kabul etmeden
ahlâkî anlamda özgürlükten söz edilemeyecektir. Bu yönüyle özgürlük ya da
ahlâk yasası Descartes'in doğuştan idealarına. benzerler; onları temellendirmek
gereksizdir, çünkü onlar temelin ta kendisidirler.


Rousseau özgürlük ve acıma üzerinde kavramsal bir araştırma yapmaz ve
onlan verilmiş olarak kabul eder. Acımakla bedensel itkilerin etkisinden
kurtulabiliyorsak, nedenselliğe dayalı araştırmanın kapsamı dışında kalan bir
davranış alanı var demektir. Öyleyse acımanın kökenini soruşturmak ve nedensel
bir açıklama aramak gereksizdir. Benzer biçimde Kant için de özgürlük ya da
ahlâk yasası doğadaki nedenselliğin kapsamı dışına alınır. Doğa bilimlerindeki
nedensellik anlayışına dayanan bir yöntem ahlâkî davranışı açıklayamaz. Kant
temel ahlâk yasasını "Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda
genel bir yasa koymanın da ilkesi olabilsin" formülüyle verir. Bu tanımın
açılımında da ereğin ancak biçimi belirlemekte gerekli olduğu söylenmekte ve
böylece sonuç alma kaygısı ahlâkî davranış alanından özenle uzaklaştırılmaktadır.
Bir ereği varsaymak çıkar kavramını yeniden gündeme çağırmaktır çünkü. Yasa
verilmiştir, insan yasanın ve özgürlüğünün bilincindedir, bu durumda yasayı daha
fazla sorgulamaya gerek yoktur. Kaldı ki yasanın varlık nedenini soruşturmaya
çalışmak ister istemez 'niçin yasaya uymalıyım?,' 'yasa niçin var? gibi sorulan
sormayı gerektirecektir ki, bu yola giren bir araştırma daha önce dışlanan
nedenselliğe ve yarar kavramına başvurmayı zorunlu kılar. Böyle bir araştırmanın
yolunu kapatmak ancak bilgi kuraramında temeldenciliğin yaptığı gibi
sorgulanamayacak, doğrudan bilgisine erişilebilecek ve tüm diğer savlan haklı
çıkarmaya yetecek bir zemin bulunduğunu öne sürmekle olanaklıdır.
Biz ahlâkî davranış üzerine düşünürken nedenselliğe bütünüyle sırt
çevirerek araştırma yapmanın olanaklı olduğunu kabul etsek bile, böyle bir
araştırmanın ancak 'tarihsel' anlamda felsefe sayılabileceğini düşünüyoruz.
Davranışın kökenlerinin araştırılmasında deneye tümüyle kapalı bir temel
varsayan, nedensel açıklamayı köktenci bir biçimde devre dışında bırakan bir
felsefe anlayışı, önümüzde sınırsız bir alan olarak duran davranış evrenini
durağanlaştıracak, onu düşünceye, yeni -anlama denemelerine daha baştan
kapatacaktır. Davranış alanının bütünü katı, değişmez ahlâkî ilkelerle, özellikle de
özgeci-çileci bir ahlâkın terimleriyle çözümlenmeye çalışıldığında ortaya çıkacak
görüntü daha da acıklı olacak, bu felsefenin 'körleşmesi' anlamına gelecektir.
Gerçekten de ahlâkî davranış vardır, ancak bu sınıfa giren davranış tıpkı tüm
Diğer davranış türleri gibi nedensellik kavramım işe koşan açıklamaları beklemektedir.
Örneğin acıma duygusunun kökeni ya da bu duygunun ne tür bir etkilenimin ya da
kavrayışın sonucunda ortaya çıktığı araştırma konusu yapılabilmelidir. Yine,
gerçek ahlâkî davranışın ancak değişmez olduğu varsayılan bir ahlâk yasasına, tüm
eğilim ve ilgilerini etkisiz kılarak boyun eğmekle gerçekleştiğini savunmanın
deneyle uyumlu olmayı ne denli gözettiği, eğilim ve ilgilerle ilişkisi olmayan bir
davranışın olanaklı ya da kavramlabilir olup olmadığı sorgulanmalıdır. Bir kez
olsun eğilimlerimizden, ilgilerimizden, amaçlarımızdan, dürtülerimizden tümüyle
bağımsız kalıp davrandığımız olmuş mudur? Böyle davrandığımızı
düşündüğümüzde kendimizden sakladığımız şeyler yok mudur? Özgeci-çileci
davranış ereksiz midir? Eğer ahlâkî davranışı gerçekleşebilen, deneyimi olanaklı
bir davranış türü olarak göreceksek ona nedensel açıklamalar getirmeyi ilkece
olanaklı saymamız gerekmektedir.

Eğer yasanın duygularla olanaklı tek ilişkisi — doğanın davranışlarımız
üzerindeki etkilerini tümüyle yok edemediğimiz için kendimizi alabildiğine hor
görerek — yasaya ve kurgulanan bir kusursuzluk ülküsüne sonsuz bir saygı
duymak olarak görülüyorsa, bu tutumun kendisi de nedensellik kapsamına
alınarak sorgulanabilmelidir. Bir başka deyişle, çileci ve özgeci davranış gibi
çileci ve özgeci ilkelere dayanan bir ahlâk felsefesi de nedensel açıklamanın
konulan yapılabilmelidir. Doğrusu böyle bir çözümleme eğilimi de özgeci-çileci
davranış kalıplarının içindedir. Nedenselliğe dayanan açıklamaları bilime özgü
yöntemler olarak göriıp felsefeye nedenselliğin egemenliğinde olmadığı öne sürülen
bir yaşam alanı yaratmaya çalışmak, felsefeyi insandan, nesnesi olan insanı da
felsefeden koparacaktır.

Hiç yorum yok:

0

0
Program ve Dosya Arayın


Web'de Gez Radyo Dinle