| Bağlantılarım |

YaQuza| Resimler| Klipler| Videolar | Linkler| Blogum| Bilgiç| Mizah| Oyun| AsHilL Sohbet

0 0

Garip Akımı

GARİPÇİLER (GARİP AKIMI)

Garipçiler: Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu’nun oluşturduğu bir topluluktur.
Onlara göre şiir, her yerde görülen basit şeyleri anlatmalıydı. Alaycı ve nükteciydiler. Aydınları bırakıp halka yöneldiler. Şiirde, ölçü, kafiye, bent gibi durumlar yok sayılmıştır. Serbest şiir egemen olmuştur.

Dil, sürekli bir özleşme ve arınma çabasındadır. Roman ve hikayede serim, düğüm, sonuç bölümleri umursanmamıştır. Şairaneliğe kaçmadan, mecazsız yazdılar. Soyut temalar yerine ekmek derdi, günlük şeyler işlendi. “ Konunun bayağısı yoktur, ancak işleyişte bayağılık vardır.” diye düşünürler. En çok görülen temalar: yaşama sevinci, tabiat sevgisi, çocukluğa dönüş, ölüm, insan sevgisi, aşk.

1941 yılından sonra Türk şiirinde görülen ve öncülüğünü Orhan Veli KANIK, M. Cevdet ANDAY, Oktay Rıfat üçlüsünün yaptığı edebiyat akımı. Bu üç şair, şiirde sürüp gitmekte olan aşırı duygusallığa, şairaneliğe, basmakalıp söyleyişe başkaldıran şiirlerini toplayarak Garip adında bir kitap yayımladılar.
Bu şiirlerdeki yenilikler nelerdi peki ? Bu şairler neye karşı çıkıyor, neyi değiştirmek istiyorlardı ? Garipçiler diye adlandırılan bu şairler, yeni bir şiir anlayışı getiriyor, şiirimizin yapısında köklü değişiklikler yapmak istiyorlardı. Onlara göre; şiirden uyak atılmalıydı. Uyağın işlevi, ilkel insanın şiiri aklında tutmasından başka bir şey değildi. Bugünkü insan ilkel olmadığına göre, uyağın işlevi kalmamıştı ve kaldırılmalıydı. Uyakla beraber her türlü söz ve anlam sanatı da bırakılmalıydı. Gerçekte bu sanatların amacı, doğayı değiştirme, nesne ve varlıkları olduğundan başka bir şekilde göstermektir. Bu yol bugüne kadar yüzlerce sanatçı tarafından denenmiş, edebiyata bir şey kazandırmamıştır. Bunun gibi, hece ölçüsü de, aruz ölçüsü de gereksizdir. Ölçüye bağlanma yaratıcılığı engeller. Ayrıca şiir, duygudan çok akla dayanmalı, duygunun yada duyarlılığın ürünü olan şairanelikten arındırılmalıdır. Bu arındırma; müzik ve resim gibi öteki sanatlardan gelen tüm öğeleri de içermelidir. Daha doğrusu, geleneksel şiirin benimsediği her şey, yeni şiirin dışında tutulmalıdır. Şiirde önemli olan anlamdır. Bu anlamda çoğunluğun tadına varabileceği bir nitelik taşımalıdır. Bugüne değin yalnız varlıklı kesimlere seslenmiş olan şiir, artık çoğunluğa seslenmelidir. Bu bakımdan şiire özgü bir dil yoktur, halkın dilinde ve yaşamında bulunan her sözcük şiire girer. Bu görüşler Garip şiirinin niteliklerini de oluşturmuştur.

Ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam sanatlarından soyunmuş, çıplak, yalın anlatımlı bir şiirdir bu. Dize örgüsü yönünden de değişik bir yapısı vardır. Konusunu sıradan bir insanın yaşamından almıştır. Dili de alışılmış şiir dilinden ayrılıklar gösterir. Örneğin " nasır, kundura" gibi sözcükler şiire sokulmuştur. Böylece şiirin dili yapaylıktan, kitapsallıktan kurtulmuştur. Şiir bütünüyle duyguya değil, akla dayandırılmış, şairanelikten olabildiğince uzaklaştırılmıştır. Başlangıçta yadırganmıştır bu tutum. Alaya alınmış, tepkiyle karşılanmıştır Garipçiler'in şiiri. Ancak bu alay ve tepki giderek azalmış, bu şiirin yandaşları çoğalmıştır. Hececi, halkçı, öz şiirci ve serbestçiler arasından da bu akıma kayanlar çıkmıştır. Öte yandan bu yıllarda şiir yazmaya başlayanların tümü Garip şiirini örneksemişlerdir. Bu örneksemeler arttıkça, kişiliklerin ayrılığını yansıtmayan, kumaşı aynı tezgahta dokunmuş tek tip bir şiir çıkmıştır ortaya. "Şiirsiz şiir" üretmek ortak bir tutuma dönüşmüştür. Bu eğilim 1950'li yıllara kadar sürmüştür. Gerçi Orhan Veli ve diğer arkadaşları şairaneliği yıktıktan, yerleşik beğeniyi sarstıktan sonra kimi şiirlerinde karşı çıktıkları öğelere yeniden dönmüşlerdir. Çünkü girişimlerinin şiiri nasıl bir noktaya ulaştırdıklarının farkına varmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak Orhan Veli 1949 yılında şunları söylemektedir :
Şiirlerimizin yadırganışı sadece alışılmış kalıpların dışına çıkışımızdan değil, çıkmak isteyişinden, bunda ayrı bir keyif buluşundandı. Gayretimizin nasıl bir sebebe ulaştığını anlayınca biz de yumuşar gibi olduk. Gel gelelim, bu arada şiire girmiş olan bazı şeyler, şiirin öz malı imiş gibi, yerleşti kaldı. Bunlardan biri eski şiirin yüksekten konuşmasına karşılık, şiire sokulan, alelade konuşma; bir de eski şiirin büyük konularının, büyük heyecanlarının yanı başında yer alan, küçük alelade olaylar, küçük alelade insanlardı. İlk niyet hiç bir şeyin şiir dışı kalmamasını sağlamaktı. Ama, bu yeni şiir yavaş yavaş yayılıp bir çok kimse tarafından tutulunca iş değişti. Genç okur yazarlar, hatta bu işle uğraşanlar, sandılar ki şiir yalnız küçük olayların, yalnız alelade bir dille anlatılmasından meydana gelir. Böyle böyle bu basitlik, bu aleladelik şiirin bir tarafı, bir şartı oldu. Garip şiirinin kolayca tutunuşunda içerdiği kolaylığın büyük payı olmuştur. Ayrıca bu şiir serbestçilerin şiiriyle de, kimi yönleriyle uyuşuyordu. Çünkü, Garipçilerin gerçekleştirmek istediği, şairaneliği yıkma, çalışan geniş yığınların şiirini yaratma, ölçüye bağlanmama, günlük dile yaslanma, doğal ve içten olma, insan ve toplum sorunlarına yönelme başta Nazım Hikmet olmak üzere serbest şiire yönelmiş öteki şairlerinde ardından koştukları özelliklerdi. Buna karşın aralarında kimi ayrılıklarda vardır. Garip şiiri coşku ve söylev havasından uzak bir söyleyişle; üstü kapalı, yergici bir tutumla toplumsal sorunlara eğilirken; Nazım Hikmet ve onun çizgisinden ilerleyenler bunu açıktan, coşkuyla yapmaya girişmişlerdir.

*1940'ta Garipçiler adıyla çıkan topluluğun ortaya koyduğu bir sanat anlayışıdır.
* Şiirde her türlü kurala ve belirli kalıplara karşı çıkmışlardır.
*Şiirde ölçü, kafiye ve dörtlüğe karşı çıkmışlardır.
*Şiirde şairaneliği, mecazlı söyleyiş ve sanatları kabul etmediler.
*Süslü, sanatlı dile karşı çıkıp sade bir dil kullandılar.
*Şiirde o güne kadar işlenmedik konuları ele aldılar.
*Konuşma dili ile günlük sıradan konuları işlediler.
*İşledikleri konular günlük hayattan sıradan insanların problemleri, yaşama sevinci ve hayattaki bazı garipliklerdir.
*Halk deyişlerinden yararlanmışlar, toplumsal yergiye yer vermişlerdir.
Garipçiler: Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu’nun oluşturduğu bir topluluklardır.

ORHAN VELİ KANIK (1914-1950)

*Türk şiirinde iki arkadaşıyla birlikte büyük bir atılım yapmış, yeni bir anlayışın öncüsü olmuştur.
*1914'te arkadaşlarıyla birlikte yayımladıkları Garip adlı şiir kitabı ve yazdığı önsöz, Türk şiirinde günden güne donmuş olan eski değerleri yıkmış, şiire başka bir açıdan bakılmasını sağlamıştır.

*Şiire getirdiği ilkeler :
-Ölçüye baş kaldırıp serbest yazmak
-Kafiyeyi şiir için gerekli görmekten vazgeçmek
-Şairane duyuları, parlak görüntüleri şiirden silmek
-Şiiri hayal gücünün kapalı duvarlarından kurtarıp gerçek hayata çıkarmak, yapmacıksız tabii bir söylentiyle, günlük yaşayış içinde halktan insanları yakalamak. Her çeşit kelimeyi konuyu şiire sokmak, halk deyişlerinden yararlanmak ve toplumla ilgili yergiye yer vermek

ESERLERİ:
Şiirleri: Garip,Vazgeçemediğim, Destan Gibi , Yenisi, Karşı
Nesirleri: Sanat ve Edebiyatımız, Bindiğimiz Dal

OKTAY RIFAT HOROZCU (1914-1988)

*Garip akımının temsilcilerindendir.
*Başlangıçta, yeni bir hava içinde, güçlü aşk şiirleri; toplumcu sanat ilkesinden hareketle halk deyimi ve söyleyişlerinden masal ve tekerlemelerden faydalanarak başarılı taşlamalar; sosyal şiirler yazdı. Perçemli Sokak adlı kitabıyla birlikte şiir anlayışında büyük değişiklik olmuş soyut şiire kaymıştır.
*Son şiirlerinde öz ve biçim yoğunlaştırmalarıyla estetik planda yeni ve güçlü bir şiir estetiği yakalamıştır.

ESERLERİ :
Şiirleri; Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler, Güzelleme, Karga İle Tilki, Aşk Merdiveni, Denize Doğru Konuşma, Dilsiz ve Çıplak, Koca Bir Yaz

MELİH CEVDET ANDAY (1915)

*Garip akımının temsilcilerindendir.
*Şiirlerinde toplumsal gerçekliği inceler.
*Daha sonra ilk şiirlerindeki romantizmden sıyrılarak duygulardan çok aklın egemenliğine, güzel günlerin özlemine bırakır.
*Söz oyunlarında arınmış yalın bir dil vardır. Düz yazılarında ise yoğun bir düşünce, şiirsel, esprili, özlü bir dil vardır.
*Fıkra, makale, gezi, roman, tiyatro ve şiir yazmıştır. Çevirilerde yapmıştır.

ESERLERİ : Şiirleri: Garip, Rahatı Kaçan Ağaç,
Telgrafname, Yanyana.
Denemeleri : Çevirileri; İngiliz Edebiyatından Denemeler
Tiyatroları : Komedya, İçerdekiler, Gizli Emir.


Kaynak - 2

Garip Akımı
Garipçiler, 1930 sonrası Türk şiirinde gelişmeye başlayan "Yeni Şiir"in bir kolu olarak kabul edilirler. Bu akımın kurucuları olan Orhan Veli Kanık (1914-1950), Oktay Rıfat Horozcu (1914-1988) ve Melih Cevdet Anday (1915-2002) görüşlerini yansıtan şiirlerini Garip (1941) adlı bir kitapta topladıkları için "Garipçiler" diye anılmışlardır. Cumhuriyet döneminde yaygınlaşan ve teşvik gören “içinden geldiği gibi yazma” öncülüğünü “Birinci Yeni” diye de isimlendirilir. Vezinsiz şiirin yaygınlaşmasında Nazım Hikmet’in payı büyüktür ama bunu kendini en güzel şekilde ifâde etme arzusundan doğan bir kaygı olarak nitelemek daha yerinde olur. Orhan Veli ve arkadaşlarının anlayışı ise şiiri âhenk, vezin ve kâfiye dışında arayan, teşbihe ve istiareye yer vermeyen, şiir dilini reddeden ve kendi ifâdeleriyle “şairânenin” aleyhinde olan, kısacası bütün şiir geleneklerinden uzaklaşma olarak tarif edilir. Garipler, iki savaş arasında yetişen ve dünyanın değişimine tanık olan bir şair demetiydi. 1920 - 40 arasında Batı şiirinde yaşanan çağdaş ve devrimci şiir akımlarının etkisi, Türk şiirine onların bilgi birikimi ve kalemi sayesinde yansıdı. 1940 ve Garip, şiirde burjuva duyarlılığının ve aşırı duygusallık dar çemberinin yıkıldığı bir dönüm noktasıydı. Gelenekçiler tarafından hiç de hoş karşılanmadılar. Ki bu hoşnutsuzluğu bugün bile sürdürenler var. Orhan Veli, durumu şöyle yorumluyor: "Tarihin beğenerek andığı insanlar, daima dönüm noktalarında bulunanlardır. Onlar bir ananeyi yıkıp yeni bir anane kurarlar." 1936'dan itibaren dergilerde şiirleri görülmeye başlayan Orhan Veli (Mehmet Ali Sel takma adıyla da yazıyordu.), Oktay Rıfat ve Melih Cevdet vezinli, kafiyeli, sembolik- romantik şiirler yazarlarken Garip'te, konu, şekil ve üslûp bakımından tamamıyla yeni, gelenekten hiçbir özellik taşımayan şiirlerini topladılar. Satışa sundukları kitabın üzerine "Bu kitap, sizi, alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir." ibaresi yazılı bir de kuşak geçirdiler ve şiirde Garipçiler olarak anılmaya başladılar. Garipçiler, Orhan Veli'nin yazdığı bildiri mahiyetindeki ön sözde şiir anlayışlarını açıklarlar: ” Nazım dilindeki nahiv acayiplikleri vezinle kafiye zaruretinden doğar. Vezin ve kafiye şiirde ahengin tek vasıtası kabul edilmemelidir. Lâfız ve mana sanatları şiiri tabiîlikten uzaklaştırır. Tabiat herkesin kullandığı kelimelerle anlatılmalı, teşbih ve istiarelerden kaçınılmalıdır. Eskiye ait her şeyden, özellikle şairane duygulardan uzak durulmalıdır.” Garipçiler şiirlerinde büyük hayâllere, ihtiraslara, yüce duygulara yer vermemişler, ruh sarsıntılarından uzak basitin şiirini yazmışlardır. Şiirlerinin konusu insanın iç dünyasını zenginleştirmeyen gündelik olaylardır. Fakat Garipçilerin bu tutumları çok sürmemiş, 1946'dan sonra yavaş yavaş kafiyeli şiirler yazmaya, benzetme ve istiarelerden yararlanmaya başlamışlardır. 1950'de Orhan Veli'nin ölümünden sonra Oktay Rıfat ve Melih Cevdet kendilerinin açtığı yoldan yavaş yavaş ayrıldılar. Fakat onları taklit eden bir grup Garip türünde yazmaya devam etti. Bu akımın amacı şiiri, öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye, nazım şekli, nazım birimi; şairanelik, mecazlı söyleyiş, söz sanatı ve süs gibi unsurlardan sıyırarak, duyuların yalın ifadesi hâline getirmekti. Bu akımda hiç bir kural ve kalıba bağlanmamak prensip edinilmiştir. Sade bir dil kullanmışlardır. Günlük ve sıradan konuları işlemişlerdir. Sıradan insanların problemleri, yaşama sevinci, hayattaki gariplikler şiirlerinin başlıca konularıdır. Şiirde o zamana kadar işlenmemiş konuları ele almışlardır. Orhan Veli’nin , bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkilediği söylenebilir. O dönemin özelliklerine göz atmak istersek çok kişi Nazım’ın 835 Satır’ını, yayımlandığı 1929’u modern şiirin başlangıç noktası sayar. 1950’lere gelindiğinde, Birincisi Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in başını çektiği Garip Akımı (ya da daha sonraki adıyla Birinci Yeni), ikincisi, Nazım’ın başlattığı çizgiyi sürdürmeye çalışan 1940 Kuşağı diye adlandırılan Toplumcu Gerçekçiler, üçüncüsü, geleneksel şiirin yapısını hece ile sürdürmeye çalışan Necip Fazıl, Ahmet Kutsi Tecer gibi şairler ve bir akıma bağlı olmayan ama daha çok Modern Fransız şiiri ile ilişkisi bilinen Ahmet Muhip Dıranas, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Külebi ‘yi sayabiliriz. Garip akımı önceleri toplumsal sorunlardan uzak durdu. Şiirin alanına genişletme adına ortaya çıkan bu akım, Nazım'ın şiirdeki toplumculuğuna karşı yönelmişti . Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat'ın başlattıkları yeni bir şiir akımının halkçılığa ve toplumculuğa yönelmeleri ancak 1945 yılından sonra olmuştur.

GARİP “Akıma adını veren kitap”

GARİP 1941 yılında Resimli Ay Matbaasında yayınlanır. Kitabın kapağında üstte Orhan Veli, ortada GARİP, altta 1941 yazılıdır. Kitabın içinde GARİP sözcüğünün altında Şiir Hakkında Düşünceler ile Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler yer almaktadır. Kitap yayınlandığında Melih Cevdet 26, Orhan Veli ile Oktay Rifat 27 yaşındadır. Kitabı saran kuşakta şunlar yazılıdır: “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir „ Ortaklaşa yayımladıkları şiir kitabının önsözü hem Türk şiirindeki yeniliklerin anlaşılması hem de bu üç şairinin şiire nasıl yaklaştıklarını incelemek açısından çok önemli bir yazıdır. Önsöz sadece Orhan Veli’nin imzasıyla çıkmış fakat üçünün – şiir konusunda farklı görüşleri olsa da – ortak bir imza gibi düşünülebilir. Orhan Veli bu yazıda “garip” sözcüğünün farklı anlamlarına, çok belli etmeden değinir. “Garip” sözcüğü ilk kez metinde şiirin o günkü tanımına uymayan bir üslupla yazıldığı için garip sayılmasıyla, garipsenmesiyle ilgilidir. Bu şiirlerin garip gelmelerinin nedeni olarak, o güne dek öğrenilenlerin doğal kabul edilişi ve okuyucunun öğrendiklerinden kuşku duymaması gösterilir. “Garip” akımının ilk başta bu sözcüğü “yadırganan”, “alışılmamış” anlamıyla kullanması, hatta gizli yönleri olan bir karakter özelliği olarak gördüğü ortadadır. Daha önceki dönemlerin şiir mirasına güçlü bir tepki içermesi ve şiir tarihi açısından içerdiği yenilikler için garipsenmesi, bu anlamda bakıldığında çok anlamlı görülür. Ayrıca şairlerinin de kitabı bu ismi vermeleriyle bu garipsenmeyi kabul ettiklerini gösterir. “Garip” bir anlamını da halk çoğunluğunun beğenisine seslenmesinden alır. Gündelik yaşamın şiir malzemesine dönüştürülmesi, en basit ve bozulmamış duyguların dile getirilmesi, aydın ve akademik çevre dışında kalan insanların duygularıyla dolu şiirler olmaları, bir kesimin garip olarak gördüğü kişilerin diliyle yazılmış olmalarından kaynaklanır. Burada anlatılan duygulara sahip kişi bir gariptir, bunun nedeni, sıradanlığında gizlidir neredeyse. Toplum dışına itilmiş, “zavallı” anlamını çağrıştıran “garip”, kimsesizlik duygusu verir.

Birinci Yeni ve Sonrası


Edebiyat tarihinde Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’ ın şiirlerine getirdikleri bu yenilik Birinci Yeni olarak da isimlendirilir. Şiirde var olanı tekrarlamak.... gerçek şiir hiçbir zaman var olanla yetinmez çünkü, bu doğasına aykırıdır, amaç yapılmayanı denemektir. Bu üç şaiir de ortak kitapla yeniye imza atmışlardır. Benimsenmiş, benimsetilmiş ne varsa, değiştirmiştir. Seçkinlik sıradanlığa, ölçü ölçüsüzlüğe, uyak uyaksızlığa, soyut somuta, yapmacıklık içtenliğe, büyük küçüğe yerini bırakmıştır ta ki bu süreç, Birinci Yeniyi hiç de garip olmayan bir biçim de gelenek durumuna getirene dek. Tüm yeni ve alışılmamışların vardığı, varacağı kaçınılmaz bir uğraktır bu. Sonrası, sonrası mı? Sonra, Birinci Yeni şiirini yine Garip’in üç atlısı sonlandırmıştır. Orhan Veli’nin Boğaziçinde Bir Garip Orhan Veli şiiri ve erken ölümü, Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’ı ve Melih Cevdet Anday’ın Tohum şiiri ile......

Şiirlerinden örneklerle Garipçilik akımı

Bu akım niye Garipçilik olarak anılmıştır, ortak kitabın adı olmaktan başka nedir gariplik? Bu sorunun cevabını dizelerde yakalamaya çalışalım.... Oktay Rifat’ın “Tecelli” şiirindeki gibi çile çeken, acılı bir yaşamı vardır: Nedir bu benim çilem Hesap bilmem Muhasebede memurum Ev sevdiğim yemek imambayıldı Dokunur Bir kız tanırım çilli Ben onu severim O beni sevmez Aynı şekilde Orhan Veli’nin “beni bu güzel havalar mahvetti” dizesi de, kadere terk edilmiş yaşam duygusu taşır. Okuyucuya yoğun bir acıma hissi tattıran şiirlerdir bunlar; bu şiirlerdeki garip, daha çok “gariban”dır. Genelde bir devlet memuru ağzından yazılan şiirler, yaşamın tatlarının farkında olan ama onları tadamayan birinin dizeleridir. Bu karakterler büyük bir yaşam coşkusu taşır fakat bunu yaşamalarını engelleyen şey dünyaya sıradanlıkla atılmalarıdır. Yaşamla aralarında, doğumlarından önce hazırlanan uymalarını bekleyen bir sözleşme imzalamış gibidirler, duygu yüklü olmalarına rağmen, bunun dışına çıkmalarına engel oluşturan gizli bir bağ vardır. Orhan Velinin “İnsanlar” şiirindeki gibi insanlardır anlatılan: Ne kadar severim o insanları! O insanlar ki, renkli, silik Dünyasında çıkartmaların Tavuklar, tavşanlar ve köpeklerle beraber Yaşayan insanlara benzer Garip akımı şiirlerinin bir başka özelliği de, kişilerin çaresizlik duygusuyla sarıldığı sıradanlıktan çıkma isteğini dile getirmesinde saklıdır. Melih Cevdet Anday’ın “Bir Misafirliğe” şiirindeki gibi: Bir misafirliğe gitsem Bana temiz bir yatak yapsalar Her şeyi, adımı bile unutup Uyusam... Garip akımı, sözcüklerin en saf anlamlarını bulma yolundaki arayışında kendine en yakın olarak simgeciliği bulur doğal olarak. Simgeci şairlerin çıkış noktası bilinçaltını boşaltma, garip akımının da çıkış noktası olarak görülebilir. Fakat Orhan Veli’nin ön sözde söylediği gibi bilinçaltının bilinçsizce boşaltılmasından çok, bilinçaltının işleyişinin anlaşılması ve şiirde de bunun taklit edilmesinden yanadır. Bilinçaltının disipline karşı, başına buyruk işleyişi şiir için elverişli bir ortam sunar, şair de bu başına buyruk işleyişi kendi şiir dokusunda işler. Şairin bilinçaltına inmek okuyucu açısından birkaç nedenden dolayı önemlidir, bunların başında şairin içtenliğine inanması gelir. Bir başka neden de okuyucunun şiirin dokusundaki zihinsel işleyişi anlamasında yatar. Şair kendi bilinçaltını şiirin konusu yaptığında, bilinçaltını ve dolayısıyla kendini hiçbir gizlisi kalmayacak şekilde okura açıyordur. Garip akımı için bu son nokta çok değerliydi, çünkü özellikle okuyucusuna yakın olma isteğiyle yazılmış şiirlerdi bunlar, bu yüzden de çok geniş kitlelerce benimsendi ve sevildi.


Bazı garip Şiirleri



Güzel Havalar (Garip, 1941)

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan Veli

Kitabe-i Seng-i Mezar (I, II, III) (Garip, 1941)


Kitabe-i Seng-i Mezar I

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye.


Kitabe-i Seng-i Mezar II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.


Kitabe-i Seng-i Mezar III

Tüfeğini deppoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matrasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzigar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısiyle:
"Ölüm Allahın emri,
Ayrılık olmasaydı."

Karşı (Karşı, 1949)

Gerin, bedenim, gerin;
Doğan güne karşı.
Duyur duyurabilirsen,
Elinin kolunun gücünü,
Ele güne karşı.

Bak! dünya renkler içinde!
Bu güzel dünya içinde
Sevin sevinebilirsen,
İnsanlığın haline karşı.
Durmadan işleyen saatlerde
Dişli dişliye karşı;
Dişlilerin arasında,
Güçsüz güçlüye karşı.
Herkes bir şeye karşı.
Küçük hanım, yatağında, uykuda,
Rüyalarına karşı.

Gerin, bedenim, gerin,
Doğan güne karşı.

Orhan Veli


Anlatamıyorum (Garip, 1941)

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerin kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

Orhan Veli


İstanbul Türküsü (Vazgeçemediğim, 1945)

İstanbul'da, Boğaziçi'nde,
Bir fakir Orhan Veli'yim;
Veli'nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde.

Rumeli hisarı'na oturmuşum;
Oturmuş da, bir türkü tutturmuşum:

İstanbul'un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalı'm,
Senin yüzünden bu halim."

İstanbul'un orta yeri sinema;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anamı;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalı'm,
Boynuna vebalim!"

İstanbul'da, Boğaziçi'ndeyim;
Bir fakir Orhan Veli;
Veli'nin oğlu;
Tarifsiz kederler içindeyim.

Orhan Veli

Tecelli (Garip, 1941)

Nedir bu benim çilem
Hesap bilmem
Muhasebede memurum
En sevdiğim yemek imambayıldı
Dokunur
Bir kız tanırım çilli
Ben onu severim
O beni sevmez

Oktay Rıfat Horozcu



Mor Kalem (Güzelleme, 1945)

Her konuşana bir öpücük var dedi
Yaktı beni can evimden sürmelim
Durulur mu bunu bize yar dedi
Haydi kalem nazlı kalem mor kalem

Boş kağıdı çizik çizik çizersin
Güzelleri övmesini bilirsin
İsteyince bülbül olur ötersin
Haydi kalem nazlı kalem mor kalem

Ela gözlüm sonra bize darılır
Bir koşmaya boynumuza sarılır
Has bahçenin gülü böyle derilir
Haydi kalem nazlı kalem mor kalem

Oktay der ki mor kalemim bir tane
Güzeller emrine gelmiş dünyaya
Gayri ela gözlüm olsun bahane
Haydi kalem nazlı kalem mor kalem

Oktay Rıfat Horozcu

Rahatı Kaçan Ağaç (Rahatı Kaçan Ağaç, 1946)

Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın

Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı

Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin
Melih Cevdet Anday


Alaturka (Rahatı Kaçan Ağaç, 1946)

Çık benim şair tabiatım, çık orta yere
Fakir güzelinden söyle
Hasret ateşinden çal
Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle.

Hep bilinen şarkılar gibi olsun
Hani, dil-i biçareden
Sun da içsin yar elinden
Yani bilinen şarkılardan olsun.

Yeni sözler arama nafile
Derdim yeni olsa anlarım
Gel, hazırından söyle bu akşam
Üzme yetişir üzme firakınla harabım.

Sonunda ah çekeriz derinden
Kim anlayacak sahiden olduğunu
Sen söyle yalnız
Zülfündedir baht-ı siyahım bestesini
Dede'den.
Melih Cevdet Anday

Anı (Yan yana, 1956)

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma

Nerdeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma

Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma

Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken o dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma

Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma

Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil, unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.
Melih Cevdet Anday

Hiç yorum yok:

0

0
Program ve Dosya Arayın


Web'de Gez Radyo Dinle