| Bağlantılarım |

YaQuza| Resimler| Klipler| Videolar | Linkler| Blogum| Bilgiç| Mizah| Oyun| AsHilL Sohbet

0 0

Asya Hunları

HUNLAR'IN TÜRKLÜĞÜ

• Çin kaynaklarında Hunlar'ın (Hiung-nular'ın) kültür maddeleri olarak nelerden söz ediliyorsa, bunlar aynen Gök Türkler için de yinelenir.
• Bizzat Çin tarihleri, Gök Türkler'in Hun soyundan geldiklerini belirtirler.
• Asya Hun Devleti'nde, Türk Bozkır Kültürü egemen olup Gök Tanrı'ya inanılıyordu. Mogol ve Tunguzlar aslen bozkır kavmi değil, orman kavmi idiler. Bu kavimlerin Bozkır Kültürü'ne geçişi Türk boyları ile temasları sonucu ve uzun süre Türk egemenliği altında yaşamalarından ötürü gerçekleşmiştir. Aslında totemci olan Mogollar'a "Tanrı" sözcüğü, Türkler'den geçmiştir.
• Hunlar'da, Türk kültüründe genel bir geçerliliği olan ataerkil toplum yapısı vardı; Mogollar'da ise tam tersine anaerkil bir yapı bulunmaktaydı.
• Hunlar'da yönetici hanedan, zümre ve boyun dili Türkçe idi. Çin yıllıklarındaki Hun dilinden aktarılan "Tanrı, kut, börü, il, ordu, tug, kılıç" vb sözcükler Öz Türkçe olup, Türkçe'nin en eski andaçlarındandır.
• Hun Devleti'nin sahipleri kendilerine, Türkçe'de "kavim, halk" anlamına gelen Hun (khun=kün) diyorlardı.

HUN HÜKÜMDARLARININ ADLARI

Hun kaganlarının Türkçe adları kesin olarak bilinmemektedir, çünkü hepsi Çin kaynaklarından öğrenilmiştir.
Yaklaşık 200 yıl önce yaşamış Fransız sinoloğu (çinbilimcisi) J.D. Guignes, Hun kaganı Mo-tun'un Çin kaynaklarında Çince işaretlerle yazılmış adını "Mei-tei" (Mete) biçiminde okumuş, eserlerinde de bu şekilde kullanmıştır. D. Guignes'in eserleri Eski Türk tarihi için -çağına göre- temel kaynak olarak kullanıldığından başka tarihçiler ve araştırmacılar, yapıtlarında Mo-tun'un adını "Mete" biçiminde kullanmış ve bu kullanım giderek yaygınlık kazanmıştır. Oysa günümüz Çin dilinin kurallarına göre bu ad "Mao-tun, Mao-dun, Mo-tun" biçiminde okunmaktadır. Tabiki bu okuyuş, aynı Çin işaretlerinin, günümüz Çince söyleyişine göre okunuşudur. Fakat aynı işaretler Mo-tun'un çağında "Bak-tut" diye okunmaktadır. Çinliler, sözcük sonundaki "r" harflerini okuyamadıkları için "t" biçiminie sokarlardı. Bütün bu verileri göz ününe alan Alman sinolog F. Hirt, Mo-tun'un adının aslında Eski Türkçe'deki "Bagatur" (bugün: Bahadır) olması gerektiğini öne sürmüştür.
Yine D. Guignes, Mo-tun'un babasının adını "Teo-man" olarak okumuştur. Fakat bugün sinoloji bu adı "T'ou-man" şeklinde okumaktadır ki bu sözcük günümüzde "Duman" olarak söylenen sözcüğün eski hali, yani "Tuman"dır.
Öteki Türk hükümdarlarının adlarının Türkçe okunuşları hakkında da tam olarak bilgimiz yoktur. Aşağıda verilen hükümdar adları, Çin kaynaklarından Çin yazılış şekline göre edinildiğinden Türkçe gibi durmamaktadır. Fakat bundan, Hunlar'ın Çince adlar kullandıkları gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Sorun, Çin alfabesindeki işaretlerin Türkçe'yi tam olarak ifade etmemesinden ve adların Çin kaynaklarından öğrenilmesinden doğmaktadır. Hunlar, elbette Türkçe ad kullanıyorlardı. Fakat elimizde o çağdan kalma Türkçe yazılı kaynak olmadığından, adların Çin işaretleri ile yetersiz ve kusurlu yazılmış biçimlerini kullanmak durumundayız.

HUNLAR'IN ORTAYA ÇIKIŞI

Hunlar'ın tarihini MÖ 4. yüzyıldan başlayarak izlemek mümkündür. Hun Türkleri ile ilgili bilinen en eski yazılı belge, MÖ 318 yılında yapılan bir anlaşma metnidir. O çağda, Çin'deki Chou iktidarının zayıflaması sonucu birbiriyle mücadele eden 14 derebeylik ortaya çıktı. Bu devletlerden Ch'in adını taşıyanın güçlenmesinden kaygılanan komşu beş kırallık MÖ 318 yılında Hunlar'la bir ittifak antlaşması yaptı. Fakat bu antlaşma Çin'de Hun baskısının doğmasına yol açtı. Hunlar, zamanla bu baskıyı daha da artırdılar. Çinliler, Hunlar'dan korunabilmek için yerleşme yerlerini ve askeri yığınak bölgelerini surlarla çevirdiler.
Hunlar genelde göçebe bir kavim olduklarından yalnızca Çin'e değil, Asya'nın tüm bölgelerine göçler ve akınlar yaptılar. Onların bu hareketli ve savaşçı yaşamları nedeniyle kurdukları devlet kısa sürede büyüdü ve Türkler'in kurduğu -bilinen- ilk imparatorluk oldu. Üstün savaş yeteneklerinden ötürü, o dönemde yaşayan hiçbir ulus Hunlar'ın akınlarını durduramadı. Asya Hun Devleti'nin bilinen ilk hükümdarı Tuman (Teoman)'dır. MÖ 220 yıllarında başa geçen Tuman, o güne değin dağınık olarak yaşayan Hun boylarını merkezi bir yönetim altında topladı.
MÖ 256'da Çin'de iktidarı ele geçiren Ch'in hanedanının hükümdarı olan Shih-huang-ti (MÖ 247-210), Hun saldırılarına karşı sınırlarını kapatabilmek için önceden yapılmış surları birbirine bağlatarak Çin Seddi'ni oluşturdu. Hun korkusuyla yapılan Çin Seddi 15 m yüksekliğinde, 9 m genişliğinde, düz bir hat halinde 1845 km uzunluğundaydı. Fakat bu set Hun Türkleri'ni durduramayacaktı... Çinliler'in en etkili korunma önlemini aldıklarını düşündükleri sırada iki önemli olay meydana geldi: Çin'de en kudretli hanedanlardan biri olan Han Hanedanı kuruldu ve Asya Hun Devleti'nin başına Mo-tun (eski okunuşu ile Mete) geçti.

MO-TUN ÇAĞI (MÖ 209-174)

Çin kaynakları Mo-tun'un, Tu-ku adlı bir boya mensup olduğunu belirtirler ki kimi tarihçilerce Tu-ku sözcüğünün Türkçe'deki karşılığı "Türk"tür. Mo-tun'un babası Tuman (Teoman), oğlunu tahttan mahrum bıraktı. Mo-tun bunun üzerine buyruğundaki demir disiplinle yetiştirilmiş 10 bin atlı ile katıldığı bir sürek avında babası Tuman'ı öldürdü. Mo-tun MÖ 209 yılında Hun kaganı ilan edildi. Mo-tun başa geçince "sonsuz genişlik, yücelik, ululuk" anlamını veren ve Hun dilinde "imparator" karşılığı olarak kullanılan Tanhu (Tanyu, Tanju) sanını aldı. Bu olay, Çin'in ilk resmî tarihi sayılan Shih-chi adlı kaynağın 110. bölümünde şöyle anlatılır:
Tuman'ın veliaht olan olan bir oğlu vardı. Adı da Mo-tun idi. Tuman'ın ayrıca çok sevdiği bir katunu (imparatoriçe) vardı. Bu katun yeni bir çocuk doğurmuştu. Tuman, büyük oğlu Mo-tun'u yok ederek yeni doğmuş olan küçük oğlunu veliaht yapmak istiyordu. Bunun için Mo-tun'u, Yüe-çiler'e tutu (rehine) olarak gönderdi. Mo-tun'un Yüe-çiler yanında tutu olarak bulunduğu sırada ordusuyla Yüe-çiler'e saldırdı. Yüe-çiler bunu görünce, Mo-tun'u öldürmek istediler. Fakat Mo-tun, atına atladığı gibi kaçıp yurduna döndü. Babası Tuman sevinir gibi göründü ve bu yiğitliğinin ödülü olarak bir tümen (10.000) atlıyı buyruğuna verdi.

Mo-tun vızlayan bir ok icat etti ve çerilerini eğitmeğe başladı. Çerilerine, nereye buyurulursa, kendisi nereye ok salarsa hemen dönüp oraya ok atmalarını buyurdu. Kim duraksarsa başı vurulacaktı. Bir gün Mo-tun, en sevdiği aygırına ok attı. Çerileri de hemen aynı hedefe ok attılar; duraksayanların başı vuruldu. Mo-tun, bir başka gün cariyelerinden birine ok saldı. Çerileri de aynı hedefe ok attılar ve yine duraksayanların başı vuruldu. Sonunda Mo-tun bir başka atını okladı ve çerilerinin bir teki bile duraksamadan aynı ata ok saldılar. Mo-tun'un çerilerinin eğitimi tamamlanmıştı.
Mo-tun, günün birinde babası Tuman ile birlikte ava çıktı. Avda birden dönüp okunu babası Tuman'a attı. Çerileri de aynı anda onu izlediler. Tuman 10 bin okla vurulmuştu. Mo-tun üvey anası ile üvey kardeşini de ortadan kaldırdı ve kendisini Tanhu ilan etti.

Mo-tun bundan sonra, devleti yeniden düzenledi ve kendisini tanımayan Tung-hular'ın (doğudaki Mogol-Tunguz boylar birliği) toprak istekleri karşısında onlara savaş açtı. Tung-hular'ı darmadağın eden Mo-tun, egemenliğini küzey Peçili'ye değin genişletti. Mo-tun daha sonra Tanrı Dağları-Kansu dolaylarında yaşayan Hint-Avrupa kökenli Yüe-çiler'in (kimi bilginler Yüe-çiler'i Türk sayar) üzerine yürüdü ve onları bozguna uğrattı (MÖ 203).
Mo-tun, bu utkulardan (zaferlerden) sonra, Çin'e yöneldi. Yaklaşık 3 yıl (MÖ 201-199) süren savaşlardan sonra Ma-i ve Tai-yuan bölgelerini ele geçirdi. Han Hanedanı'nın kurucusu olan imparator Kao-ti'yi Pai-teng'de 320 bin kişilik ordusuyla birlikte Kurt Oyunu taktiğiyle çember içine aldı. Kao-ti ancak bozkır bölgelerinin Hun Devleti'ne terk edilmesi, yiyecek ve ipek verilmesi ve yıllık vergi koşullarını kabul ederek kendini ve ordusunu kurtarabildi. Hun ve Çin devletleri arasında MÖ 201 yılında yapılan bu antlaşma, Doğu Asya tarihinde iki büyük devlet arasında yapılmış ilk uluslararası anlaşmadır. Bu antlaşmanın sonucunda Hun Devleti ile Çin Devleti arasında ticaret ilişkileri kuruldu ve Mo-tun, bir Çin prensesi ile evlendi.
Mo-tun bundan sonra Baykal gölü kıyılarından İrtiş yatağına dek olan bozkırları, daha batıdaki Ting-ling ve Ogurlar ile meskun toprakları, Vusunlar'ın yaşadığı Küzey Türkistan'ı fethetti. Böylece büyük Hun kaganı Mo-tun, o çağda Asya anakarasında yaşayan tüm Türk boylarını tek bayrak altında toplamış oluyordu. İşte bu, tarihte gerçekleştiği bilinen ilk Turan'dı...
Bu çağda Asya Hun Devleti'nin sınırları doğuda Kore'ye, küzeyde Baykal gölü ile Ob, İrtiş, İşim nehirlerine, batıda Aral gölüne, güneyde Çin'deki Vey Irmağı-Tibet Yaylası-Karakurum Dağları hattına ulaşmıştı. Hunlar'a uyruk olanlar arasında Mogollar, Tunguzlar, Tibetliler ve Çinliler de vardı. Mo-tun'un Çin Devleti'ne göndermiş olduğu MÖ 176 tarihli mektuptan anlaşıldığına göre, yalnız Orta Asya'da Türk devletine bağlı kavim ve kent devletlerinin sayısı 26'yı buluyordu ve bunların tümü yay gerenler'le tek bir aile halinde birleşmişti.
Büyük Han Mo-tun, MÖ 174'te uçmağa vardı... Öldüğünde sivil ve askerlik örgütü, iç ve dış politikası, dini, ordusu, savaş tekniği ve sanatı ile daha sonraki bütün Türk devletlerine örnek olan tarihi kesin ilk Türk siyasi oluşumu, Büyük Hun Devleti, erkinin doruğunda bulunuyordu.
Türk tarihinin öncüsü olan Hunlar zamanında Türkler, derlenip toparlandılar ve dağınık yaşamaktan kurtuldular. Hele Mo-tun Han gibi büyük örgütçü ve asker bir devlet adamına sahip olmak o dönemde Hunlar'ın en büyük şansıydı. Hun Kaganlığı, Mo-tun çağında genişlik bakımından İran, İskender ve Roma imparatorluklarını geçerek dünyanın en büyük devleti oldu. Mo-tun, tüm doğal zorluklara karşılık, döneminin en büyük askeri olduğunu kazandığı utkularla kanıtladı. Hunlar, kurdukları geniş devlet ile Yakın ve Uzakdoğu arasında bir tarih köprüsü oluşturdular. Arkeoloji araştırmaları sonucunda Orta Asya'da bulunan eski kalıntılar, Hunlar'ın zengin bir ekonomi ve ticaret yaşamına sahip olduklarını göstermektedir. Dünyanın çeşitli ülkeleri ve kavimleriyle her türlü ekonomik ve ticari ilişki kuran Hunlar zamanında İpek Yolu oluşturulmuş, durgun Orta Asya topraklarına ekonomik canlılık kazandırılmıştır.

Kİ-OK ÇAĞI (MÖ 174-160)

Mo-tun'un yerine geçen oğlu "Ki-ok" (Chi-yü, Lao-şang), Hun Devleti'nin büyüklüğünü korudu. Yüe-çiler'i yurtlarından kovdu. Kalabalık ordusu ile Çin'e girerek başkent Ch'ang-an yakınında bulunan imparator sarayını yaktı. Çin ile iktisadi ilişkileri düzenleyen bir anlaşma yaptı ve bir Çinli prensesle evlendi. Fakat böylece Çin ile ilişki içindeki hemen bütün Türk devletleri için kötü sonuçlar verecek olan bir çığır derinleştirilmiş oldu. Çünkü bu Çinli prenseslerle evlenmeler, Çin'in bilek gücüyle alt edemediği Türkler'e karşı hilekarlığını kullanmasına olanak tanıyordu. Hun merkezinde Çinli prenseslerin korumasından yararlanan Çin görevlileri serbestçe gezip dolaşıyorlar, Türk boyları ve Türkler'e bağlı öteki boylar arasında olumsuz propaganda yaparak devleti sinsice güçten düşürmeğe çalışıyorlardı. Bunun yanında ülkeye sokulan Çin ipeği, lüks zevki yoluyla rehaveti artırmakta idi. Ki-ok döneminde pek hissedilmeyen bu olumsuz durumlar, onun oğlu "Kün-çin" zamanında kendini duyuracaktı.
KÜN-ÇİN ÇAĞI (MÖ 160-126)
Kün-çin (Chün-ch'en), babası Ki-ok ve dedesi Mo-tun ölçüsünde dirayetli ve asker ruhlu bir hükümdar değildi. Çinliler bu dönemde sınır boylarında bazı ufak tefek Hun akınlarını durdurmağa başladılar. Çin imparatoru Wu-ti (MÖ 141-87), kalabalık ordular kurarak Hun egemenliğinin yıkılmasını hedefleyen planlarını uygulamağa geçti. Wu-ti'nin amaçlarından biri, Çin için büyük gelir kaynağı olan ipeğe batı bölgelerinde yeni pazarlar bulmak ve İç Asya-İran üzerinden Akdeniz kıyılarına ulaşan ünlü "İpek Yolu"nu güvenlik altına almaktı. Bunu için de Orta Asya ile Batı Asya'daki yabancı egemenliğini kırması gerekiyordu. MS 1. binin sonlarına değin, Türk-Çin mücadelelerinin temel nedenlerinden biri, bu kervan yoluna (İpek Yolu) egemenlik meselesi olmuştur.
Wu-ti, Çang-kien adlı yüksek rütbeli bir askerini, İpek Yolu üzerindeki ülke ve kavimleri öğrenmek, Hunlar'a karşı onlarla işbirliği sağlamak üzere batıya gönderdi. Çang-kien, gizli görevini yaparken Hunlar tarafından yakalandı ve bir süre göz altında tutuldu. Kaçıp Çin sarayına geri döndüğünde, buralarda geçirdiği 12 yıllık (MÖ 138-126) dönem içinde edindiği bilgileri ve hükümete olan önerilerini içeren raporu Çin imparatoruna sundu. Bu rapor imparatoru çok memnun etmiş ve sonraki Çin siyaseti için baş kılavuz olmuştur.

Çİ-Çİ'NİN KAHRAMANLIĞI

Milat yıllarına yaklaşıldığında Hunlar, artık eskisi gibi değildiler. Akınları duraklamıştı. Tanhu "Tsü-ti-hou" (Chu-t'e-ho) [MÖ 101-96] çağından başlayarak zengin güneybatı topraklarının (Tanrı dağları, Çungarya, Turfan, Yarkent, Kuça vb) düşman istilasına uğramasıyla devlet geliri azalmış, Çin'den gelen vergi kesilmişti. İç huzursuzluk artıyor, yöneticilerle başbuğların arasını açmağa yönelik yoğun Çin propagandası derinleşiyordu. Hun tiginleri (prensleri) arasında şiddetli anlaşmazlıklar vardı.
Bu durum karşısında Tanhu "Ho-han-yeh" (MÖ 58-31), Çin korumasına girmeği düşündü. Fakat Ho-han-yeh'in kardeşi olan sol bilge élig'i (sol kanat hanı) Çi-çi (Chih-chih, Tsit-ki) şiddetle itiraz ederek kardeşinin tanhuluğunu tanımadı. Sorun, toy'da (kurultay, Hun devlet meclisi) ağır tartışmalara yol açtı. Ho-han-yeh'in önerisi, bağımsızlığın feda edilmesini gülünç ve utanç verici bir davranış sayan, kendilerinden ülkenin devralındığı atalara karşı saygısızlık kabul eden Çi-çi ve yandaşlarınca reddedildi.
Fakat Tanhu Ho-han-yeh'in fikrinde direnmesi sonucu Hunlar ikiye ayrıldı (MÖ 55). Özgürlük tutkunu Çi-çi, yapılan savaşlar sonucu tanhuluk merkezini ele geçirdi ve Hun hükümdarı oldu. Ho-han-yeh ise, desteğini sağladığı Çin'in küzeybatı sınır bölgesine (Ordos, Ping-çu) çekildi (MÖ 54).
Çi-çi Tanhu, devleti güçlendirmek ve ekonomik olanaklara kavuşturmak için egemenliğini batıya doğru yaymayı uygun gördü ve MÖ 51'de harekete geçti. Önce Tanrı Dağları ile Isık Göl dolaylarındaki Vusunlar'ın direnişini kırdı; Tarbagatay bölgesindeki Ogurları, daha küzeydeki Kırgızları, İrtiş çevresindeki Ting-lingler'i (ki bunlar Türk boyları idiler) devlete bağladı. Aral gölüne değin bütün batı bölgesini yönetimi altına alarak Büyük Hun Kaganlığı'nı eski görkemli gücüne kavuşturdu.
Çi-çi, devletin ağırlık merkezini Küzey Moğolistan'dan Çu-Talas ırmakları arasına kaydırarak orada surlarla çevrili yeni bir başkent kurdu (MÖ 41). Türkistan'da Türk nüfuzunu sağladı ve Fergana-Belh dolaylarını kendine bağladıktan sonra Parth İmparatorluğu'nun küzeydoğusunu ele geçirmek için tasarılar kurmağa başladı.
Fakat Çi-çi'nin egemenliği uzun sürmedi. Toprakları çok genişti ve Hunlar bu bölgelerde henüz iyice yerleşip yönetimlerini sağlamlaştırmamışlardı. Çi-çi'yi adım adım izleyen Çin, Hun egemenliği altındaki Vusunlar ile Kang-kü Devleti'ni kendi yanına çekti ve hemen saldırdı. 70 bin kişilik bir ordu ile saldırıya geçen Çinliler, Talas ırmağı üzerindeki surlu Hun başkentini kuşattılar (MÖ 36). Hunlar, başkentte dillere destan bir savunma yaptılar; başkent sokaklarında yiğitçe döğüştüler, tanhuluk sarayı içinde oda oda çarpıştılar ve Çi-çi, oğlu, katunlar dahil olmak üzere saray mensuplarından 1518 Hun ellerinde kılıç, devletleri ve milletleri uğruna yaşamlarını feda ettiler.

KUZEY HUNLARI

Ho-han-yeh'e bağlı Hunlar, Çi-çi'nin batıya doğru uzaklaşmasından sonra kendilerini toparladılar ve MÖ 43 yılında Çin ile bir anlaşma yaptılar. Toy'un (devlet meclisi) kararı ile başkentlerini Orkun bölgesine naklettiler, fakat MÖ 36'dan itibaren Çin egemenliğine girdiler. Bir süre Ho-han-yeh'in oğullarınca yönetildikten sonra yeniden toparlandılar ve kudretli bir devlet adamı olan "Yu" (Ho-to-dzsi-si) Tanhu çağında (MS 18-46) bağımsızlıklarını elde ettiler. Doğuda Mançurya'dan batıda Kaşgar'a değin uzanan geniş bölgeyi yeniden egemenlikleri altına aldılar. Fakat Yu'nun ölümüyle iç anlaşmazlıklar başladı; uzun süren kıtlık yılları Hunlar'ın durumunu daha da güçleştirdi. Yu'nun oğlu Tanhu P'u-nu'yu tanımayan "Pi" (P'u-nu'nun yeğenidir), küzeydeki Hun boyları arasında çekilerek MS 48'de kendini tanhu ilan etti. Bu olay Hunlar'ı artık bir daha birleşmemek üzere kesin olarak ikiye ayırdı: Küzey Hunları (Küzey Moğolistan'da = Dış Moğolistan) ve Güney Hunları (Güney Moğolistan'da = İç Moğolistan).
Küzey ve Güney Hunları arasındaki en büyük fark, Güney Hunları'nın Çin tâbiiyetini sürdürmesi, Küzey Hunları'nın ise bağımsızlıklarını korumaları idi. Ayrıca Güney Sibirya ile Çungarya ötesine değin Batı ve İç Asya'daki bütün önemli kent devletleri de Küzey Hun Devleti'nin yönetimi altındaydı. Bundan ötürü Küzey Hun Devleti, Çin saldırılarının baş hedefiydi.
Hun Kaganlığı'nın bölünmesi ile sonuçlanan iç çekişmeleri kurnazca istismar eden Çin, Hunlar'a bağlı olan doğudaki Mogol-Tunguz karışımı Wu-huanlar ile Sien-piler'i kışkırttı. Bunun sonucu olarak Hun Devleti doğuda denetimi yitirdi; batı bölgesinde de kışkırtmacı ve hilebaz Çin siyaseti ile karşılaştı. Küzey Hunları, MS 46-60 yılları arasında batıdaki ayaklanmalarla uğraşmak zorunda kaldılar. Fakat batıdaki halklar Çin'in sömürücü tutumundan ve Yarkent kıralı Kien'in acımasız yönetiminden perişan düşmüşlerdi; ilerleyen Küzey Hunları'nı bir kurtarıcı olarak karşıladılar. Batıda duruma yeniden egemen olan Hunlar, Çin'i tekrar baskı altına alıp sınır kasabalarında serbest ticarete mecbur ettiler (MS 61-65).
Bütün bu olanlar üzerine Çin, ünlü general Pan Ç'ao komutasındaki kalabalık ordularını Hunlar'ın üzerine yöneltti. 30 yıl süren savaşlardan sonra Kang-k'ü'ye değin (Kaşgar, Hami, Yarkent, Hotan dahil) sayısı 50'yi bulan zengin ve önemli kent, Çin egemenliğine geçti. Özellikle 73-74, 89-90-91 yılları harekatında ağır kayıplara uğrayan Hunlar İç Asya'daki egemenliklerini yitirdiler ve doğuda da Sien-piler'in saldırılarına uğradılar. İki cephede birden sürekli savaşmak zorunda kalan Küzey Hun Devleti, son tanhuların başarılı çarpışma ve savunmalarına rağmen güçten düştü.
Egemenliğini Güney Sibirya ile Çungarya'ya değin genişleten Sien-pi hükümdarı Tan-shih-huai tarafından saf dışı edilen Küzey Hunları'nın toprakları düşman boylarınca istila edildi. Esasen siyasi iktidarın zayıflamağa yüz tuttuğu dönemde ülkeyi terk etmeğe başlayan Hunlar (Kuça dolaylarında kalan Yüebanlar dışında) kalabalık kütleler halinde batıya çekildiler. Bunlar, şimdiki Kazakistan bozkırlarındaki soydaşlarına (Çi-çi Hunları) katıldılar.

GÜNEY HUNLARI

MS 48 yılından beri Çin'in sınır bölgelerinde yaşayan ve küzeyden gelecek saldırılara karşı Çin'in ileri kolu olma görevini yerine getiren Güney Hunları da pek huzurlu değildi. Hun boyları, kukla tanhulara karşı sürekli baş kaldırıyorlardı. Sien-piler de 177'den başlayarak Güney Hunları için tehlikeli olmağa başladılar.
188 yılında Çin tarafından atanan tanhunun Çin'e tümüyle teslim olma kararı üzerine halk ayakladı ve tanhuyu öldürdü; bunun üzerine devlet başsız kaldı. Hunlar, Çin'in atadığı öteki iki tanhuyu da tanımadılar ve dağınık boy yaşantısına döndüler. Son Güney Hun tanhusunun Çin başkentinde hapsedilmesi ve ülkenin 5 eyalete bölünerek Çin askeri valilerinin gözetimine verilmesi ile Güney Hun Devleti de MS 216 yılında sona erdi.

ÇİN'DEKİ HUNLAR

Sien-pi baskısı yüzünden özellikle 3. yüzyılın ikinci yarısında güneye inmeleriyle Çin'de sayıları gittikçe artan Hunlar varlıklarını korumayı bildiler. Bu dönemde Türk toplulukları başta Tabgaç (Wei) sülalesi olmak üzere Çin'de bağımsız devletler kurdular ve Çin'de Han iktidarının son bulması ile MS 220'lerde etkilerini artırarak Küzey Çin'i egemenlikleri altına aldılar. Bunu sağlayan güç, Şan-si bölgesine yerleşen 19 Hun boyu idi. Kalabalık olan ve her fırsatta Çin'e baş kaldıran bu Türk topluluğu millî benliğini korumakta, eski tanhu sülalesi mensuplarına saygı beslemeği sürdürmekte idi.
Bu 19 Hun boyundan biri "Tabgaç" (T'o-pa), biri de büyük tanhu Mo-tun'un ailesinin indiği "Tu-ku" idi. Tu-ku başbuğu Liu Yüan (Liu, bu dönemde Tu-ku ailesine Çinliler'in verdiği addır), çetin bir özgürlük uğraşı verdikten sonra merkezi P'ing-ç'eng olmak üzere bir Türk devleti kurdu (304-329, Birinci Chao). 311 yılında Çin başkenti Lo-yang'ı ele geçirdi. Liu Yüan'dan sonra kardeşi Liu Ts'ung, Çin'in öteki başkentini de ele geçirdi. Çin'de kurulan bu Hun Devleti, yönetimin başbuğ aileleri arasında el değiştirmesine karşın 460 yılına değin sürdü. Bu sülaleler şunlardır:

Birinci Chao (304-329)
İkinci Chao (329-351)
Hsia (407-431)
Küzey Liang (401-439)
Lou-lan (442-460) [Küzey Liang'ın devamıdır; Turfan civarında]

Bu sayılan sülaleler, 500 yıl önceki atalarının şanının bilincindeydiler. Aynı bilinç, Tsü-kü Mêngsün'ün kurmuş olduğu son Hun Devleti "Küzey Liang"ın 439 yılında Tabgaç hükümdarı T'ai-wu'nun baskısı ile yıkılması üzerine buradan kaçıp kurtulan Türk Aşına sülalesinin temsil ettiği büyük Gök Türk Kaganlığı'na ulaşmıştır.

ASYA HUNLARI'NIN SONRASI


MS 5. yüzyılda İç Asya'daki siyasi varlıkları tarihe karışan Asya Hunları'nın sonraki yaşamları ve dünya tarihindeki etkileri ne oldu? Biraz da bunu inceleyelim...
MÖ 1. yüzyılda Çi-çi iktidarının yıkılmasıyla, Çi-çi'ye bağlı Hunlar Sogdiana'nın (Seyhun ötesi) doğusuna, Kafkaslar'ın küzeyine, özellikle de Aral gölünün doğu bozkırlarına dağılmışlardı. Bu Hunlar, oralardaki Türk boyları ile birleştiler. Doğudaki Asya Hun Devleti'nin yıkılmasıyla yeni Hun toplulukları da bunlara katıldı. Bu Türkler, bir süre durgun bir yaşam sürerek güçlerini artırdılar. Daha sonra batıya yöneldiler ve Avrupa Hun Devleti'ni kurdular. Batıyı titreten Avrupa Hunları, Asya Hunları'nın soyundan geliyorlardı...
Ana yurtta kalan Hunlar'ın soyundan gelenler ise MS 6. yüzyılda Kök Türk Kaganlığı'nı kuracaklardı...

ASYA HUN DEVLETİ'NİN KARAKTERİ

Asya Hunları'nın ağırlık merkezi Orkun-Selenge ırmakları, Türkler'ce tarih boyu kutsal sayılan Ötüken toprakları, Ongın ırmağı üzerindeki Karakum ile Ordos bölgesiydi. Bunlardan Ötüken, merkez konumunda olup kutsal bir içeriği vardı. Ötüken'in kutlu bir yer sayılması geleneği Hunlar'dan sonra Orta Asya'da kurulacak olan Kök Türk ve Uygur devletlerinde de sürecekti...
Asya Büyük Hun Devleti, yönetimindeki kısıtlı tarım alanlarına karşılık otlağı bol, besiciliğe elverişli bozkırlar bölgesinde kurulmuştu. Ekonomisinin temeli, başta at olmak üzere hayvan yetiştiriciliği idi. Yani toplum durumu "köylü" kültürünü yaşayan Çin'in, yüksek sınıfı ile köle sınıfından çok farklı idi. Hun bölgelerinde halk, birbirine kan akrabalığı ile bağlı savaşçı boy birlikleri halinde yaşıyor, devlet de bu boy birliklerinin sıkı işbirliğinden doğuyordu. Hun Devleti, bu kuruluşun gereği olarak askeri karakterde idi. Bu yönden de "köylü" Çin devletinden ayrılıyordu.
Çin'de esas rejimin "feodalite" olmasına karşılık Hun Devleti'nde merkeziyetçilik egemendi. Buyruklarındaki silahlı güçlerle aynı zamanda birer komutan olan yüksek görevliler ile birinci derecede makam sahipleri hep Hun kökenli idiler. Devlet örgütünün de (mesela sağ-sol ya da doğu-batı taksimatı) Çinlilik ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Mo-tun'un gerçekleştirmiş olduğu ve devlete millî topluluk karakteri veren ordudaki 10'lu düzen de Türk idi.
Eldeki veriler Hunlar'ın, devletlerinin millî karakterini korumağa özen gösterdiklerini kanıtlamaktadır. Örnek vermek gerekirse, Pai-teng'de Çin imparatorunu ve ordusunu kuşatan Mo-tun'un Çin içlerine dalarak bozkırdan uzaklaşmasına karısı ve devlet meclisi engel olmuştu.
Asya Hun Devleti inanç bakımından da Türkler'in eski dini olan Gök Tanrı Dini'ne bağlı idi. Hunlar'ın inançlarının ne Mogol totemciliği ile, ne de Çin toprak tanrıcılığı ile ilgisi yoktu.
Kimi araştırmacılar tarafından ileri sürülen Hun Devleti'nin oluşumunda Çin İmparatorluğu'nun model olduğu görüşü, tarihi gerçek ve veriler göz önüne alındığında tutarlı değildir. Çünkü bu tür görüşlerin gerekçesinde ileri sürülen "Hun hükümdarının tıpkı Çin imparatoru gibi Gök'ün oğlu olarak görünmek ve Çin'dekine benzer bir saray erkanına sahip olmak gereği", Hun Devleti için bir zorunluluk değildi. Öncelikle, Hun Devleti Çin topraklarında değil, Hunlar'ın bozkırdaki topraklarında kurulmuştu; dolayısıyla Çin ilkelerini Hun Devleti'nde aramak saçmadır. İkincisi, Mo-tun'un "Gök'ün Oğlu" diye bir san takındığı kuşkuludur; çünkü onu niteleyen "T'eng-li Ko-to Tanhu" deyimindeki şimdiye değin "oğul" anlamına geldiği sanılan ikinci sözcüğün "kut" yani siyasi iktidar demek olduğu anlaşılmıştır. Üçüncüsü, Çin Devleti'ndeki "Gök'ün Oğlu" kavramı da aslen Çin değil, Türk kökenlidir.
Bütün bunlardan ötürü Asya Büyük Hun Devleti egemenlik anlayışı, toplum yapısı, idari ve askeri kuruluşları, din ve dünya görüşü, etnik yapısı ile Türk ulusunun tarihi ve kültüründe etkilerini 2000 yıl sürdüren bir ana kaynak durumundadır. Bu bakımdan, Türk ve dünya tarihinde çok büyük bir önem taşır.

Çağının en büyük, en güçlü imparatorluğunu kuran ve yüzyıllarca hüküm süren Hun Türkleri'nin yüksek bir uygarlıkları, kendilerine özgü kültürleri, sanatları, sözlü yazılı edebiyatları vardı. Hun sanatının, geleneklerinin göstergesi olan belgeler bugün dünyanın çeşitli müzelerinde, en çok da Leningrad'daki Ermitage (Ermitaj) Müzesi'nde bulunmaktadır. Çünkü Hunlar'dan kalan eserlerin bir bölümü, bugün Rusya sınırları içinde kalan Doğu Altay'da Balıkgöl yakınındaki Pazırık vadisinde bulunmuştur.
Hunlar'ın, Orkun yazısının başlangıcı sayılabilecek, kendilerine özgü bir yazıları olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu yazı ile yazılmış uzun metinler henüz ele geçmemiştir. Hun kaganı Mete'nin, MÖ 2. yüzyılda Çin imparatoruna mektuplar yazdığı Çin kayıtlarında belirtilmektedir. Yine Çin kaynaklarında MÖ 119 yılında, Türkçe'den tercüme edilmiş bir dörtlük vardır ki bu, Altın Elbiseli Adam'ın mezarından çıkan iki satırlık yazıdan sonra, Türk edebiyatının en eski örneği sayılabilir. Hun Türkleri bu saguyu, Çinlilerle yaptıkları savaşta toprak yitirdikleri zaman söylerlermiş. Hun Türkleri'nin yenilgiden sonra nasıl büyük bir üzüntü duyduklarını da gösteren bu sagu, büyük olasılıkla Hun ozanlarının kopuzla çaldıkları uzun bir ağıtın parçasıdır. Toprak yitirme acısını anlatan bu sagu parçası şöyledir:

Yen-çi-şan dağını yitirdik,
Kadınlarımızın güzelliğini aldılar;
Silan-şan yaylalarını yitirdik,
Hayvanlarımızın otlağını aldılar.

ASYA HUNLARI'NDA ORDU ve DEVLET YÖNETİMİ

Mo-tun'un oluşturduğu kavimler birliği, ilk Türk imparatorluğu olarak Asya topraklarında kurulmuştu. İmparatora Tanhu adı verilirdi. Tanhu'ya bağlı bir hassa birliği bulunur, bu birlik aracılığıyla tüm ülke yönetilirdi. Tanhu ve ailesi ülkenin en iyi sürülerine sahip olup, bu sürüler gene ülkenin en iyi otlaklarında beslenirdi. Tanhu'nun karargâhında bir merkez bürokrasisi gelişmişti ve saray bürokrasisinde okumuş bazı Çinliler kullanılmıştı. Askeri yönetimde, Çin'e karşı savaşırken bile Çin'i bilen Çinliler danışman olarak çalıştırılmıştı. Asya Hun Devleti, Türkler arasında ilk kez devlet niteliği gösteren bir birlik oluşturmuştu.
Bozkırda, pek uzak köşelere dağılmış boyların yönetimi için boylar sol ve sağ olarak bölünürlerdi. Askeri örgütlenmede de sol ve sağ ayırımı uygulanır, sol genellikle sağa üstün tutulurdu; çünkü güneşi yücelten Türkler'de, yüz güneye çevrilince sol, güneşin doğduğu yerdir. Hunlar'da bu durum Sol Bilge Elig ve Sağ Bilge Elig olarak adlandırılırdı.
Bunlar sol ve sağ kanat hanlarıydı. Sol Bilge Elig, tanhu soyundandı ve veliahttı. Aynı zamanda sol ve sağ orduların komutanı da sayılan bu iki elig, sol ve sağ boyların yönetimi ile ilgiliydi. Bunlar genellikle Tanhu'nun kardeş ve oğullarıydı. Çoğu düşman olan, zorla bağımlı kılınmış bulunan yabancı boy ve bodunları yönetebilmek için sağ ve sol eliglerin doğrudan kendilerine bağlı bir askeri güce ve büyük sürülerini otlatacak insanlara gereksinmeleri vardı. Bunu, onlara ayrılmış boylar yerine getirirdi. Göçebe sistemde toprak değil, boy ve bodun paylaşılır, toprak ikinci planda kalırdı. Yerleşik feodal sistemde ise paylaşılan topraktı. Eligler bu çekirdek ordu ve boya dayanarak öteki boyları yönetirlerdi. Onların hemen altında sağ ve sol doğru hanları vardı ki, Hunlar bunlara dört köşe adını verirlerdi. Daha alt köşede de altı köşe adını alırlardı.
Hunlar'da Tanhu'nun boyundan başka ayrıcalıklı ve soylu sayılan dört boy daha bulunurdu. Çin kaynaklarına göre bu boyların ikisi sağda (batıda), ikisi de soldaydı (doğuda). Bu soylu boyların, Doğu'ya ve Batı'ya doğru göç etmeleri, onların da beğlerinin önderliğinde bağımlı boyların yönetimine katıldıklarını gösterir. Bu soylu boylardan hepsinin Tanhu soyuna akraba oldukları belirtilir.
Mo-tun Han, bozkırda yüzyıllar boyu kullanılacak ve Çengiz Han çağında geliştirilecek olan onlu sistemi geliştirmişti. Ordu, her birinin başlarında şefleri bulunan 10, 100, 1000 kişilik bölümlere ayrılmıştı. Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı deyimleri bu düzenlemeden ileri gelmekteydi. Bu birlikler boylar çerçevesinde gerçekleştirilirdi. Bu türlü birimler Tanhu'nun, ili 24 bölüme ayırmasıyla bütünleşebilirdi. Tepede Sol ve Sağ Eligler, her iki kanatta da 11 başbuğ vardı. Toplam sayıları iki Elig ile birlikte 24'tü. Bu 24 başbuğ içinde, tanhu soyundan gelen tiginler (prensler) ile büyük başbuğların karmaşık bir hiyerarşisi bulunmaktaydı. Başbuğlar derecelerine göre az çok kalabalık bir askeri birliğin komutanı olurlardı.
Hunlar çağında Türkler çoğalmışlar ve Orta Asya'nın kalabalık kavimlerinden olmuşlardır. Altaylar ve Tanrı Dağları'ndan sonra Sibirya ve Baykal Gölü bölgeleri de Türkleştirilmiştir. Buralarda yaşayan Mogol toplulukları ise doğu bölgelerinde yaşamaya zorlanmışlardır. Hun dönemine ait iskeletlerin incelenmesi, bu durumu yansıtmaktadır. Türklerin beyaz ırktan oldukları yapılan bu incelemelerden sonra anlaşılmıştır. Mo-tun, Orkun kıyılarına değin gelen Tunguzlar'ı doğu bölgelerine sürmüştür. Değişik boyların kenar bölgelere yerleştirilmeleriyle Orta Asya tam bir Türk ülkesi olmuştur.
Hunlar, Kore'den Karadeniz'e kadar olan bölgeye barış ve düzen getirmişlerdir. Mo-tun, Çin imparatoruna yazdığı bir mektupta, egemenliği altında bulunan kavimlerin hepsinin barış ve refah içinde yaşadıklarını açıkça belirtmiştir.
Türk devlet geleneğinin ilk temellerinin atıldığı ve Türk boyları arasındaki geleneklerin devlet yönetimi ile bütünleştirildiği Asya Büyük Hun Devleti'nin, Türk tarihinde önemli bir yeri vardır. Özellikle Mo-tun, yaptıkları ile Türk hükümdarları arasında bir devlet kurucu olarak haklı bir yere sahiptir. Mo-tun, devleti kurmanın yanı sıra örgütlemekte de çok önemli atılımlar yapmış ve daha sonraki Türk devletleri için örnek oluşturmuştur.

HUNLARI'N YAŞAMI

Hunlar, bulundukları bölgenin özelliklerinden ötürü göçebe bir yaşam sürerlerdi. Göçebeliğe önem veren Hunlar, kalelerin ve kalıcı merkezlerin güvenliliğine inanmıyorlardı. Bozkırlarını her terk edişte, zengin bir yöreye yöneliyorlardı. Geldikleri gibi, bir süre sonra gidince arkalarında yıkıntılar ve korku bırakıyorlardı. Onlara kum cehenneminden çıkmış şeytanlar, insan görünümünde büyücüler gözü ile bakılıyordu. Kürkten giysileri, at üzerindeki heybetli duruşları ile gerçekten görenlere dehşet veriyorlardı. Her istedikleri anda, imparatorluğun sınırlarını aşıyorlardı. Gözü pek bir halk olarak o dönemde her ülkede korku yaratmışlardı. Hunlar genellikle Çinlilere çok kızıyorlar ve onları yok etmek için her zaman fırsat kolluyorlardı.
Hun ülkesinde ticaret, ancak belirli kentlerde yapılırdı. Halkın büyük kısmı yaylak ve kışlak ardında göçebeliği sürdürürdü. Hayvancılık ve avcılık en önde gelen uğraşlarıydı. Bütün göçebe toplumlar yiyecek, giyecek, barınak ve göç araçlarını kendileri sağlarlar, buna karşılık yerleşik komşularından tahıl, baharat, pirinç, çay gibi şeyler alarak kendi malları ile takas yaparlardı. Göçebelik birçok bakımlardan yerleşik topluluklardan ve çiftçilikten daha üstün özellikleri olan bir yaşama biçimiydi.
Başta hayvan yetiştirmek ve evcilleştirmek, bitkilerin ekilmesinden, hasatından daha zor, emek, enerji ve deney isteyen üstün bir sanattı. İş yalnızca evcilleştirmekle bitmez, hayvanlara durmadan otlak ve yeşillik aranır, yedirilir ve bu emeğe karşılık süte, ete, yüne kavuşulurdu. Bu güç yaşam koşullarında çobanlık hüneri ile birlikte savaşçılık yetenekleri artar, sorumluluk, ileri görüşlülük, fiziksel ve ahlaksal gelişmeler güçlülük kazanırdı. İç Asya'nın bozkırlarında Atlı Bozkır Kültürü, yüzyıllar boyunca geleneklerini korumuştur.
Bozkır yaşamı içinde, atın önde gelen bir yeri bulunuyordu. Çin kaynakları Hunlar'ın daha küçükken koyunların sırtında sıçan, gelincik ve kuşlara, daha büyüdüklerinde tilki ve tavşanlara ok attıklarını anlatır. Genç yaşlarda bozkırın güç koşulları içinde bilinçli bir hazırlık dönemi geçirirler, delikanlılık çağında tüm pusatları ustalıkla kullanan zorlu birer savaşçı olurlardı. Hunlar at sırtında alışveriş yaparlar, yemek yerler, uyurlardı. Bizanslılar Hunlar'la yaptıkları görüşmelerde onların eğerden inmek istemedikleri için konuşmaların at sırtında yapıldığını anlatmışlardır. Gezginler, yazdıklarında Hunlar'ın ata olan bağlılıklarını ve at ile iç içe yaşamlarını geniş bir biçimde anlatırlar.
Pazırık bölgesindeki kazılardan Hunlar'la ilgili çok şey elde edilmiştir. Hunlar birkaç çeşit çadır kullanmışlardır. Bunlardan biri, sırıkların birbiri ile çatışarak konik bir biçim oluşturanıdır. Konik yapısı olan karkas'ın üzeri keçe örtü olmadığında karaçam ya da kayın ağacı kabuğu ile kaplanırdı. Bugün Altaylar'da sürülerini otlatan çobanlar arasında bu çadıra Çum ya da Kapa adı verilir. Sırıklar konik biçimde toprağa konduğunda üzeri keçe bir örtü ile kapatılıyor, böylece yalın ve çok pratik bir barınak elde ediliyordu. Kurganlardan bu çadırlarda kullanılmak üzere dikilmiş bezler çıkarılmıştır. Bu çadırlar öküz arabaları üzerinde bir yerden diğerine kolayca götürülebiliyordu. Hunlar, Gök Tanrı'nın gölgesinde konaklamayı diledikleri her yerde bu çadırları arabadan indirerek kullanabiliyorlardı. Ayrıca yuvarlak kubbe tipinde büyük çadırlar da kullanılıyordu. Bu çadırlar hızla kurulup gene aynı hızla sökülebildiği için göçebe yaşam biçimine uygun düşüyordu. Bir baskın ve saldırıda, kolayca yer değiştirmek için bu çadırlar çok elverişliydi. Ayrıca hayvanları otlatmak için gidildiğinde de bu çadırlar kolayca kurulabiliyordu. Bu çadırlar daha sonraları ortaya çıkan göçebe evlerinin ilk çekirdeğini oluşturmuştur. Mimarlıktaki kümbet düşüncesi bu kubbeli çadırlardan doğmuştur. Silindirik yapısı ve kubbemsi çatısı ile bu çadırlar en sert fırtınalara bile dayanabiliyordu.
Yaylalar ve bozkırlarda Hun boylarının otlak ardında yer değiştirmeleri ilginç görünümdeydi. Hun atlılarının ardında halk, arabalar içinde yer değiştirirdi. Çeşitli takılar ve süs eşyası, hem atları hem de arabaları süslerdi. Çadır üzerinde ve sancak sopalarının uçlarında değerli madenlerden yapılmış hayvan biçiminde yontular görülürdü. Arabaların arkasında ise hizmetçilerle tutsaklar ayrı bir küme olarak yürürlerdi. Sürüleri besleyecek otlaklara ulaştıklarında yarım saat içinde çadırlarını kurarlar ve yerleşirlerdi. Bir tehlike anında ise, çadırlarını daha da hızlı toplarlar, yola çıkarlardı. Bozkırda dağınık biçimde yaşayan Hun topluluklarının başında kesinlikle bir başbuğ bulunurdu.
Her türlü tehlikeye karşı askeri bir düzen içinde yaşarlardı. Savaşlar ve hayvan otlatma dışında zaman bulduklarında erkekler deri işçiliği, kemik, tahta ve madenden göçebe yaşamında her gün kullanılan çeşitli eşyanın yapımı ile uğraşırlardı. Kadınlar ve kızlar ise yemek ve çocuk bakımı dışında halıcılık ve keçe yapımı için tezgahların başında çalışırlardı. Türkler'in dünya uygarlığına armağan ettikleri halıyı ilk kez bir Hun kadını yapmıştır. Atlarını süslemek, Hunlar'ın vazgeçilmez tutkusu idi. Atların süslemesinde en çok koşum takımı ve eğerin hayvan figürleri ile bezenmesine ağırlık verilirdi. Çadırların içinde de bir düzen egemendi. Çadır sakinlerinin ve eşyalarının yerleri kesin olarak belirli idi ve hiç kimse bu yerleri değiştiremezdi. Araçlar ve öteki malzemeler çadır duvarlarına asılırdı. Çadırın ortasındaki ocak yeri, hem evin ortası, hem de en kutsal yeriydi. Çadır sakinlerinin yeri bunun çevresinde belirlenir, ocağın arkasında yaşlı erkekler ve konuklar için ayrılmış bir şeref köşesi bulunur, bu yere başköşe anlamına gelen tör adı verilirdi. Burası zengin nakışlı halılarla kaplanırdı. Ocağın iki yanına geceleri döşekler yerleştirilir, sabah olunca bunlar kaldırılır, yüklük biçiminde toplanır, zengin nakışlı örtülerle süslü ve düzenli görünmeleri sağlanırdı. Giyim ve ev eşyasında, yetiştirdikleri hayvanların yünlerini kullanırlardı. Yün kendileri için gerekli her şeyi yapmalarına olanak veriyordu. Gereksinmelerin dışında gelenekler nedeniyle de yünü değişik alanlarda kullanıyorlardı. Özellikle kızların çeyizi için dokumalarda yünün önde gelen bir yeri vardı.

ASYA HUNLARI'NDA KÜLTÜR ve SANAT

Hunlar'ın yaşamı ve ülkelerinin özellikleri, kendilerine özgü bir kültür yaratmıştı. Hunlar'ın disiplinli yaşamlarından, sonraki Türk toplum ve devletlerini kuracak bir çekirdek meydana geldi. Türk tarihinin temelini Asya Hun Devleti'nin yarattığı düzen ve inanç oluşturuyordu. Altay dağları ve yöresi Hunlar aracılığıyla Türk kültür ve sanatının yeşerdiği merkez muştur. Altay dağlarında rastlanan zengin kurganlar bunun en açık göstergesidir. Ölülerin eşyaları ile birlikte gömüldükleri mezarlara günümüzde "kurgan" adı verilmektedir. Düz kılıçlar yanında, Türkler'in yaptıkları eğri kılıçlara kurganlarda çokça rastlanmıştır. Gök Tanrı'ya inanan Hunlar, güneşin doğduğu yer olan doğuya büyük saygı gösterirler, törenlerini doğuya dönerek yaparlardı. Altaylar'ın küzeyinde zengin altın madenlerinin bulunması, Hun kültüründe, sanatında altın ve altından eşyaya ayrı bir yer kazandırmıştır. Hunlar, Orkun nehrinin yanında kendi başkentlerini kurmuşlar, bu bölgeyi sanat eserleri ile donatmışlardı.
Altaylılar'ın yerli dokuma tekniğinin yanı sıra Çin ipeklileri ve İran dokumaları da Hunlar'ın günlük yaşamına girmişti. Yünden yapılan keçeler dokuma tekniğinin önde gelen ürünüydü. Üzerleri çeşitli süslemeler ile kaplı keçeler, değişik yerlerde kullanılıyordu. Süs resimleri arasında av sahneleri birinci plandaydı. Altay dağları ile Güney Rusya arasında her zaman bir kültür bağlantısı bulunmuş ve Kazakistan bozkırları, bu iki bölge arasında bir kültür köprüsü görevi yapmıştı. Altay dağlarındaki Pazırık bölgesi, Doğu ve Batı kültürlerinin kaynaşması ile yepyeni bir uygarlığa kavuşmuştu. Hunlar yeni bir kültürün yaratıcısı olarak tarih sahnesine çıkıyorlardı.
Hun sanatında yer alan en önemli sahneler daha çok hayvan resimleri ve hayvan kavgalarıyla ilgilidir. Ayrıca Hunlar, her türlü hayvanın yontusunu da yapmışlardır. Yontu yapımında daha çok tunç kullanılmıştır. Ancak tahtadan yapılmış hayvan figürlerine de rastlanmıştır. Yarı insan yarı geyik biçiminde, ruhları temsil eden çeşitli yontucuklar da görülmüştür. Türkler'in kutsal saydıkları geyik, Hun sanatının önde gelen figürleri arasında yer almıştır. Altay dağlarında görülen hayvanlar ile savaş sahnelerinin din açısından da bir anlamı vardı.
Altay bölgesi, Hunlar sayesinde Türk kültürünün geliştiği bir merkez olmuştur. Hayvan resimlerinin yanı sıra, Gök Tanrıcılık nedeniyle bolca gökyüzü resimleri de yapılmıştır. Çünkü onların gökleri, Çin ve Hindistan'da olduğu gibi bulutlu ve karanlık değildi. Ay ve yıldızlar eski Türk kültüründe simgesel anlam taşırdı. Gökteki yıldızlara bakarak yollarını bulurlar, iklimin değişip değişmeyeceğine karar verirlerdi. Yerle bağlantıları yalnızca at ayakları ile kuruluyordu.
Hunlar çağında Tanrı Dağları'ndaki buluntuların Altaylar'a göre daha az olmasına karşılık iki bölge kültürü arasında büyük benzerlikler vardır. Altaylar'da hangi kültür dönemi başlamışsa bunun etkisi çevre bölgelerde de gözlemlenmiştir. Altaylar'da başlayan demir çağı hemen çevre bölgelere de yayılmıştır. Bu açıdan Hun döneminde Altaylar etkin bir kültür merkezi görünümündeydi. Orkun nehrinin kaynağı, Asya Büyük Hun Devleti'nin de başkentiydi. Orkun nehri ve civarı Türk kültürünün en önemli belgeleri ile doludur. Bu belgeler incelenince Orkun bölgesinin dış kültür etkilerinin bütünüyle dışında kaldığı anlaşılmıştır.
Hunlar, Türk Atlı Bozkır Kültürü'nü gittikleri bütün bölgelere yanlarında götürmüşler ve egemenlikleri altına aldıkları tüm bölgelerin halkına bu kültürü aşılamışlardır.

Hiç yorum yok:

0

0
Program ve Dosya Arayın


Web'de Gez Radyo Dinle