| Bağlantılarım |

YaQuza| Resimler| Klipler| Videolar | Linkler| Blogum| Bilgiç| Mizah| Oyun| AsHilL Sohbet

0 0

Abdülkadir Meriçboyu

İbrahim Abdülkadir Meriçboyu (D. 1917, İstanbul - ö. 1 Mart 1985, İstanbul)

Hayatı

A. Kadir olarak da bilinir. Açık, aydınlık titizlikle işlenmiş şiirleriyle 1940 kuşağı toplumcu şairleri arasında yer alan Türk şair. Çeviri çalışmalarıyla dünya şiirinin tanınmasına katkıda bulunmuştur.

Ortaöğrenimini Eyüp Ortaokulu (1933) ve Kuleli Askeri Lisesi'nde (1936) tamamladı. Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken (1938) Nâzım Hikmet'le beraber tutuklandı; on ay hapse mahkum oldu. Hapisten çıkınca askerlik görevini er olarak tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girdi (1941). 1943'te yayımladığı Tebliğ adlı şiir kitabı yasaklanarak toplatıldı. İstanbul'da bulunması sakıncalı görülen kişilerle birlikte sıkı yönetimce sürgüne gönderildi. Sürgünlük dönemini Muğla, Balıkesir, Konya, Kırşehir ve Adana'da geçirdi. 1947'de İstanbul'a döndü ve bir bisküvi fabrikasında çalışmaya başladı. Buradan ayrılınca çeşitli yayın evlerinde düzeltmenlik, çevirmenlik gibi işler yaptı. 1965'ten sonra kitaplarını kendisi yayımlayarak yazarlık yaşamını sürdürdü.

Ankara Cezaevi'nde Nâzım Hikmet'le birlikte yatan A. Kadir önceleri büyük ölçüde bu şairin etkisinde kaldı. Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayımlanan şiirlerinde bu etki açıkça görülür. Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı Tebliğ'de savaşa açıkça karşı çıkarken, yoksul insanları gerçekçi bir bakışla yansıttı. Sürgünden dönüşünde şiirlerini zaman zaman dergilerde yayımladı. Abdülbaki Gölpınarlı ile Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlâna'nın şiirlerini serbest nazma dökerek Mevlâna adıyla bir kitapta topladı (1955).

Çok beğenilen bu ktap üst üste birkaç kez basıldı. 1958'de Azra Erhat ile birlikte yaptıkları İlyada çevirisi ise A. Kadir'in başarılı bir çevirmen olarak iyice tanınmasına neden oldu. İkinci kitabı Hoş Geldin Halil İbrahim (1959) dönemin şiirsel eğilimlerinin dışında kalan şairin çizgisini değiştirmediğini gösterdi. Bunu Dört Pencere (1962) ve bütün şiirlerini topladığı Mutlu Olmak Varken (1968) izledi. Çeviri ve eski şiirleri sadeleştirme çalışmalarını sürdüren A. Kadir Bugünün Diliyle Hayyam (1964), Bugünün Diliyle Tevfik Fikret (1967) adlı kitaplarını yayımladı. 1970'te yine Azra Erhat'la birlikte yaptıkları Odysseia çevirisi çıktı. Avrupa ve Üçüncü Dünya Ülkeleri şairlerinden tek başına ya da ortaklaşa yaptığı pek çok çeviriyi 3 ciltte Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri adı altında bir araya getirdi (1973 - 1980). Ayrıca Brecht'ten yaptığı şiir çevirileriyle Paul Eluard'dan Asım Bezirci ile birlikte çevirdiği Seçme Şiirler (1961) büyük ilgi gördü. A. Kadir, çevirileri için Habib Edip Törehan (1959), TDK Çeviri (1961), Hasan Âli Ediz Edebiyat Çeviri (1980) ve Yazko Çeviri (1983) ödüllerini aldı. A. Kadir'in 1938 Harb Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet (1966) adlı yapıtı da bir dönemin önemli bir olayını aydınlatması açısından büyük ilgi çekmiş bir kitaptır.

Hayatı - Kaynak-2

1917 yılında İstanbul’da doğdu, 1985 yılında yine İstanbul’da öldü. Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdi (1936). Ankara Harp Okulu son sınıfındayken, Nâzım Hikmet’in bu okulda propaganda yaptığı gerekçesiyle açılan davada yargılandı, on ay hüküm giydi, okuldan çıkarıldı (1938). İstanbul Hukuk Fakültesi’ne girdi (1941). Tan gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı. Arkadaşlarıyla Yürüyüş dergisini çıkardı. Savaş karşıtı şiirlerini içeren ilk kitabı Tebliğ (1943) toplatılınca, sıkıyönetim tarafından İstanbul dışına sürgün edildi (1943-1947). Sürgünlüğü Muğla, Balıkesir, Konya, Adana ve Kırşehir’de geçti. 1965’ten sonra şiir çevirileri ve kitaplarının yayımıyla uğraştı. Azha Erhat ile birlikte İlyada ve Odesa çevirilerini yaptı.

İlk şiirleri Ali Karasu imzasıyla yayınlandı. Başlangıçta Faruk Nafiz Çamlıbel ile Necip Fazıl etkisinde şiirler yazdı, Nâzım Hikmet’in şiirleri ile karşılaşınca şiir ve dünya görüşünde önemli değişikler oldu. Bireysel dramı toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele aldığı şiirlerinde Nâzım Hikmet’in etkisi belirgindir. 1940 kuşağının önde gelen toplumcu gerçekçi şairlerindendir. Savaş karşıtı tutum, yoksul insanların durumu, insana inanma ve güvenme, özgürlük ve yaşantısındaki zorlu anlar şiirlerinde ağırlık taşıyan konulardır.

ŞİİR KİTAPLARI

Tebliğ (1943)
Hoş geldin Halil İbrahim (1959)
Dört Pencere (1962)
Mutlu Olmak Varken (1968)
Bütün Şiirleri (1988,ölümünden sonra)


ŞİİRLERİ



AÇILIR KAPILAR

Cansel'e

Alır seni korum damla damla
suyuma, ekmeğime, aşıma,
kaygıma, sevincime, acıma,
umuduma, sabrıma, gücüme.

Alır seni bölerim parça parça,
dağıtırım topraklara, denizlere, geceye.
Açılır her sabah kapılar gözlerinde,
girerim ışıltılı, yemyeşil bir bahçeye.


BİR İNSAN

Seni bir gün
çekip aldılar topraktan,
benzedin köksüz bir ağaca.
Önce öğrettiler sana uygun adımı,
sonra büyük şehirlerini gösterdiler Avrupa'nın.
En muazzam saraylar karşısında bile sen
evini unutmadın.

Varşova'da kaputun kaldı,
Dunkerk'te arka çantan.
Düştü bütün fotoğrafların Sivastopol'da.
Bir şafak vakti Paris'te bıraktın zavallı yüreğini,
kurşuna dizilenler karşısında.

Lanet okusunlar sana bırak,
iyi bir asker olamadın diye.
Ölmesini bildin ya sen arkadaş kurşunuyle,
iki çürük patatesi
ekmek torbanda unutarak!

Bu Su Çoğala Çoğala (Hoş Geldin Halil İbrahim, 1959)

Yaşlılara saksılar dizdim, bahçeler yaydım.
Yorgunlara diri beden verdim, taze yürek.
Döşekler serdim hastalara, rahat, yumuşacık.
Nerde yalan dolan gördüysem kızardım.
Yiğit yüreklere, dedim, canım armağan.
Ardına kadar açtım çocuklara kapıları.
dostluklar orman orman.
Ebemkuşakları gökyüzünde fır dolandı.
Yürüdü dağlardan ovalara doğru
gümbür gümbür bir deli su,
yaktı bu su önüne geleni,
bu su, çoğala çoğala.
İnsanlar insanları aldı götürdü.

Ne kavga kaldı, ne zulüm, ne korku.

Çile (Hoş Geldin Halil İbrahim, 1959)

Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,
ben burda en büyük çileyi doldurayım,
ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.

CİBALİ

Cibali dendi mi
aklıma siz gelirsiniz, kadınlar,
kiminizin beş çocuğu,
kiminizin nar gibi yanakları var,
kiminiz kocasız kalmış,
kiminiz ihtiyar,
kiminiz daha körpe henüz.
Bana umulmadık,
eskimiş türküler düşündürür
siyah başörtüsü altında yüzünüz.

Parmaklarda tütün kokusu.
Tütün kokusu pazen entarilerde.
Biriniz ekmek alır fırından,
biriniz durmuş öksürüyor ilerde,
geçiyor bizim mahalleden biriniz.

Cibali dendi mi
aklıma siz gelirsiniz, kadınlar.
Çarpık ayakkaplarınız gelir
ve kahraman elleriniz.

ÇİÇEKLERİ UMUDUMUZUN

Çok olun, çocuklar, çok olun,
yüzlerce olun, binlerce olun, onbinlerce.
Daha çok olun, daha çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.

Bu dünya ne tek tek yaşamakta,
bu dünya ne rakının, ne şarabın içinde,
bu dünya ne parada, ne pulda,
ne kalleşlikte, ne zulümde.
Bu dünya aşkın içinde, alın terinde.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
yaşayın dünyayı doya doya,
açın kapıları, camları güneşe,
ne yeise kapılın, ne korkuya,
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele.

Mutlu olmak varken bu dünyada,
geceler geldi dayandı kapımıza,
olduk acımızla sarmaş dolaş,
bekledik düşümüzle koyun koyuna.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
bütün gündüzler sizin olsun,
yaşayın dünyayı doya doya.

Çocuklar, çiçekleri umudumuzun.

DAĞ BAŞINDA

Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular,
rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın,
senin etinden, tırnağından ayrı,
senin kokundan uzak.

Benim güzelim,
benim ceylan bakışlım,
benim kafamın ateşi,
ve yüreğimdeki.
Mümkün mü şu anda rüzgar olmak, kuş olmak,
şu anda üç dört portakal almak, getirmek sana,
sana tuzlu badem,
kabakçekirdeği.

Şu anda hiç bir şey mümkün değil.
Şu anda her şeyden ayrı, her şeyden uzak
ve her şeyden mahrumum ben.
Şu anda sadece yalnızlık ve kahır.

Hayır, güzelim.
hayır, ceylan bakışlım,
hayır, kafamın ateşi, hayır,
hayır, yüreğimdeki.
Şu anda mümkün ve güzel olan tek şey vardır:

Yanarak sevmek seni.

DÖN, GERİ BAK

Kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç,
insan mısın, bu pazarda mısın, iki pula mısın,
kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç.
At denize kendini, git boğul.
Düş bir kör kuyuya, ordan çıkama.

Bir kere dön ama, bir geri bak,
şu kolu gör bir kere, şu kolu,
pisliğin, sürünün içinden uzanan şu kolu,
durur dimdik, bembeyaz havada,
budaklı bir ağaç gibi güzel.

İNSAN

İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan arı su, insan ak süt.
İnsan yemyeşil uzanan bahçe.
İnsan kum, insan çakıl taşı.
İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı.
İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele.
İnsan kocaman, dağ gibi.
İnsan parmak kadar, küçücük.
İnsan alın teri, insan lokma, insan kan.
İnsan solucan, insan sülük.

İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan gül fidanında yanan konca.
İnsan umutların kapısı.

KOĞUŞ

Tekmil koğuş uyudu şimdi.
On bir nöbetçisi,
belki dört defa saydı uyuyanları.
Sonra kendi kendine bile görünmeden,
o kadar yorgun ve bitkin
yere çöktü.

Artık herkes başka uykuda.
Hüseyin onbaşı,
çıplak yolunda yürür Avanos' un.
Beyşehir' li Ahmet,
bir tas ayranla çıkarır yorgunluğunu
talim yerinin.

Nalbant İsa,
bir dağ ortasında oturmuş,
ev ekmeği yer.

Maksut çavuş çarşıdadır.
Merzifonlu tarlada.
Çorumlu türkü söyler Karacaoğlan' dan.

Biride bizim Darendeli,
gerine gerine bir şeyler oluyor,
hiç utanmadan.

KORU KENDİNİ

Kaldırınca tabancasını
Nişan almak için sarı saçlıya
Parıldayıverdi gözleri
Koru kendini
Kırlangıçlar uçuştular
Korkudan çığrışıp
Kanat çırparak koru kendini.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

İşte nişan aldı tam
Kemanının üstüne
Iskalamaz iyi nişancıdır
Koru kendini
Ama teller gene şakıdılar
Doldular havayı titrek titrek hiç umursamadan.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

"Havasız bir delikte
Gıcırdayan somya üstünde yatakta
Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe
Gel de şarkı söyle.
Ama yine de sarı saçlı adam
Devam etti kemanı çalmaya
Dirildi içimizde ölü düşler."

Neden (Hoş Geldin Halil İbrahim, 1959)

Başımı sokacak bir damım yok
uçsuz bucaksız dünyaya karşı.
Ellerimde sıcak yüzü yaşamanın
dosta karşı, düşmana karşı.
Kanım damlar ılık ılık sabaha dek
düşüme giren aydınlığa karşı.
Ovada nurtopu bir ağaç ışır
altın başaklı aşkıma karşı.
Kardeş kardeş yaşamak varken
neden kuzular tek tek, kurtlara karşı.

NÖBETTE

Bir kurtuluş savaşını anarak

Gece saat on.
Nöbetteyim.
Toprağın üstünde geceyi
kara bir kabuk gibi hissetmedeyim.
Ve kuşlar kadar hafif vücudum,
içerim rahat.
Yorgun bir asker gibi serildi uykuya hayat.

Gece saat on.
Nöbetteyim.
Ne olur uzatsalar nöbetimi aylarca!
Böyle ta barışa kadar,
ihtiyar anacığımı düşünmeden,
memleketimin türkülerini söylesem
içimden!

SİPERDE

"Cephedekilere ithaf ederim."

Şimdi sen;
yolda yolcu,
denizde rüzgâr,
gökte ay yürürken,
kimbilir neler düşünürsün:
Elinde ağ,
başında kasket,
--- bir tasavvur et
ufuklarda hürsün.

Anan;
değneğine dayanmış,
kolunda bir bağ sepeti,
kilise yolundadır.

Baban;
dudaklarında gemici türküsü,
saçlarında rüzgâr,
birşeyle meşgul.

Bakarak başı üstünde uçan martılara,
hiç kimsenin düşünmediğini söyler
mavi göklere doğru bağıra bağıra,
yuvarlak yüzlü bir çocuk.

Ve karın;
deniz suyu ile taranmış başı,
rüyalı bir gecenin sabahında
siler evinin camlarını
güneşe karşı.

TERHİS

Tezkere var,
emir gelmiş, dediler.
Hafikli Zeynel' le Zileli Saim
bizden müjde istediler.

Traş olduk.
Giyindik gri, lacivert
renk renk esvaplarımızı.
Sonra haber geldi,
hazır olun, diye,
yolculuk akşama.
Ve Maksut çavuş,
son cigarasını ikram etti ayrılırken,
bir senedir kavgalı olduğu adama.

UŞAKLI İZZET

Mısır ekmeğini, yoğurdunu yedi
elma ağaçları altında
Hacı Mercan köyünün.
Suyunda yıkadı çamaşırlarını
pazar günleri.
Ve göl gibi gözlü insanlarıyla ahbap oldu.
On iki nöbetini bekledi çok gece
yol ağzında.

Eh artık, yol göründü,
gitmek düştü gayrı.
Çok görmeyin acele ettiğini, çocuklar,
terhis olmuş,
cebinde teskeresi var.

YOL

Tekmil haklar alınır.
Tekmil hürriyetler kısılır.
Tekmil köşe başları, tekmil kapılar tutulur.
Gökyüzü tıkılır dört duvar içine.

Bütün bunlara karşı,
dümdüz, apaydınlık kalır
seni bana getiren yol.

YOLDA ESİRLER

Şimdi melûn bir gecedir.
Bir nöbetçi kürkü gibi simsiyah ortalık,
ve görünmez, garba giden yollar.
O görünmeyen yollara,
dokunaklı bir yağmur yağıyormuş gibi,
yorgun ayak sesleri dökülmektedir.

Hepsini tanıyorum onların.
Aynı topraktan buğday yediler.
Aynı topraktan taşıdılar saadeti harmanlara
kucak kucak

Ve söylediler aynı türküyü;
güneşin karşısında gerinirken,
bir zerresine bile
en harikulâde bir tebessümden fazla
kıymeti olan toprak.

Hepsini tanıyorum onların.
Yıldızlı bir gece altında otlara uzanıp,
onlardan dinlemiştim bir zamanlar
anadan doğma hikâyelerini yeryüzünün.
Hepsi memnun, hepsi genç, hepsi güzeldi.
Dudaklarında damlası yoktu hüznün.
Hiçbiri bıkmamıştı yaşamaktan.

Şimdi melûn bir gecedir.
Ne gökte bir tek yıldız,
ne yerde bir tutam ot var.
Yalnız, o mavi gözleri,
ve sarışın yüzleriyle
gençleri ve ihtiyarlarıyle insanlar,
girmişler içine sıcacık düşüncelerinin,
garba gidiyorlar,
garba giden yolda ...

ŞİİR ÇEVİRİLERİ

A. Kadir, güçlü ozan kimliğini çevirilerine de büyük ustalıkla yansıtmış bir çevirmendi. Onun yabancı ozanlardan dilimize kazandırdığı şiirler, -tıpkı Can Yücel çevirileri gibi- hiçbir zaman çeviri kokmaz. Onları, “Türkçe söylenmiş” ürünler gibi yakın buluruz kendimize. A. Kadir, gericiliğe, bağnazlığa, savaşa, açlığa, yoksulluğa karşı tutum almış dünyaca ünlü ozanların şiirlerinden yalın bir Türkçe’yle yaptığı çevirileri, 1960 yılında yayımladığı “Asıl Adalet” adlı kitapta toplamıştır. A. Kadir’in Mevlânâ ve Hayyam çevirileri de ayrı ayrı kitaplaşmıştır.


Anış - Federico Garcia LORCA

Ben ölünce
gömün gitarımla beni
kumlara.

Ben ölünce,
portakallarla
naneler arasına.

Ben ölünce
gömün isterseniz
rüzgâr gülüne.

Ölünce ben!

Asıl Adalet - Paul ELUARD

İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.

İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.

İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.

Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
t"a akla kadar.

Asker - Nikiforos VRETTAKOS

Savaşta geçti tüm yaşamım,
yağmurlu siperlerden gördüm a
doğuşunu güneşin.
Irmaklardan geçtim geceleri.
Bir elim, bir ayağım ve başım sarılı.
Bir elim, bir ayağım ve bağrım çamur.
Gözlerim suskun, kederli.
Dudaklarımın arasında bir gül,
gülün ucunda bir gülümseme,
yaşamım boyu tüm kazandıklarımla dolu
bir arka çantası gibi.

Ayakta - Eugène GUILLEVIC

Fabrikada, sokakta,
alnı açık duranların yanında
dev gibi doğruldular.

Zafer yakında.

Bilek var, vuruşmaya.
Güç var, konuşmaya.
Soluk var, harcanmaya.

Zafer yakında.

Can var, verilecek.
Kardeş var, ayakta.
Kardeşe can feda.

Zafer yakında.

Dövülen Çingenenin Şarkısı - Federico Garcia LORCA

Yirmi dört şamar!
Yirmi beş şamar!
Anacığım sarar beni
gece gümüş kâğıtlara.

Ah, yol muhafızı,
ah, yol muhafızı,
ne olur bir yudum su!
Balıklardan, kayıklardan,
ne olursun, bir yudumcuk!

Ah, muhafız komutanı,
ah, muhafız komutanı,
yan gelmişsin odanda!
Hani ipek mendiller,
kurulayım yüzümü!

Filistinli Sevgili - Mahmud DERVİŞ

Gözlerin bir diken
yüreğe saplanmış,
çıldırasıya sevilen,
işkencesine dayanılamayan.
Gözlerin bir diken,
rüzgârdan koruduğum,
ötesinde acıların, gecelerin,
derinlere sapladığım.
Kandiller yanar ışığınla,
geceler dönüşür sabaha.
Bense unuturum birden,
- göz rastlar rastlamaz göze-,
yaşadığımız bir vakitler
kapının ardında
yanyana.

*
Şakırdın sanki konuşurken.
İsterdim konuşmak ben de.
Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,
O bahar gibi dudaklarda!

Sözlerin
güvercin gibi
yuvamdan
uçtu gitti.
Kapımız,
sonbahar kadar sarı
basamakları ardından
fırladı gitti
canının çektiği yere.
Aynalar oldu paramparça,
yığıldı içimize
acı üstüne acı.
Topladık sesin küllerini
getirdik bir araya.
Böylece söyler olduk
acılı türküsünü yurdumuzun.
Hep birlikte sazın bağrına
ektik bu türküyü,
evlerin damlarına taş fırlatır gibi
fırlattık attık bu türküyü,
alın, dedik,
sancıdan kıvranan kalplere.
Oysa her şeyi unuttum ben şimdi.
Ya sen, ya sen, sevgili,
sesini kimselerin bilmediği!
Belki de gidişindir senin
ya da susmandır
sazı paslandıran.

*
Dün seni limanda gördüm,
yapayalnız, yolluksuz yolcu.
Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,
arıyordum sanki yaşlı anamı.

Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı
kapanır bir hücreye ya da bir limana,
nasıl saklanır gurbet elde
ve yemyeşil kalır?
Yazıyorum not defterime:
Limanda durakaldım...
En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,
doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.
Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.

*
Seni yalçın dağlarda gördüm,
kuzularınla, kovalanan çoban kızı.
Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.
Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.
Ey gönül! Ey gönül!
Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,
pencere, taşlar ve çimento
Kalbimin üzerinde.

*
Seni su testilerinde gördüm,
buğday başaklarında,
yıkık dökük, parça parça, unufak.
Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,
sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.
Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.
Dudaklarıma ses olacak yel sen.
Ateş ve akarsu sensin.
Gördüm seni bir mağaranın ağzında
yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.

Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,
kaynayan kanında güneşin.
Ve ahırlarda...
Ve bütün tuzlarında denizin.
Ve kumlarda...
Toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.

*
Ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
"Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var!"

*
Gözleriyle Filistin,
kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,
adıyla sanıyla Filistin.
Düşlerin Filistin'i ve acıların,
ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin'i,
sözcüklerin ve sessizliğin Filistin'i
ve çığlıkların.
Ölümün ve doğumun Filistin'i,
taşıdım seni eski defterlerimde
şiirlerimin ateşi gibi.
Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.
Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,
inlettim senin adına koyakları:

Sakının hey
kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!
Benim gençliğin yüreği!
Benim beyaz kanatlı atlı!
Benim yıkan putları!
Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken
tüm sınırlarına Suriye'nin!
Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:
"Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!"
Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,
yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!
Ben barbarların atlarını iyi bilirim.
Bir ben dururum onların karşısında,
bir ben,
gençliğin yüreğiyim her daim,
yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.

Gene Geleceğiz - Abu SALMA

Gene geleceğiz
karşılaşmanın yollarında.
Bir bülbül kulağıma fısıldadı:
Gene geleceğiz.
Bülbüller oralarda
yaşarlar henüz.
Şakırlar yazılarımızda.
Gene geleceğiz
gölgeleri arasında özlemin,
yadırgamanın mezarlarında
bizim yerimiz de var,
bu kesin.
Yorulma gönül,
dönüşün yollarında
çökme sakın.
Gene geleceğiz,
gene.

Gelecek - Bertolt BRECHT

Ormanlar daha gür olacak, daha gür.
Tarlalar daha çok şey verecek, daha çok şey.
Şehirler daha canlı olacak, daha canlı.
İnsan ömrü daha uzun olacak, daha uzun.

Gitme Dedim - MEVLÂNÂ

Oraya gitme dedim sana,
seni belâlara uğratırlar dedim,
dedim ayaklarını bağlarlar.

Gidersen dedim nerden kurtaracaklar seni,
orda tuzaklar içinde tuzaklar var.
Dedim orda ne idüğü belirsiz kişiler
bir sürü ipe sapa gelmez laf ederler.
Dedim bir lokma gibi kapıverirler seni,
atarlar ciğer gibi çorbalarının içine,
gözyaşına bakmazlar.

Dedim hamur yoğurur gibi yoğururlar seni,
havaya uçururlar dedim dağ olsan.
Çekerler dedim derinin içinden pamuk çeker gibi.
Hayale dönersin dedim sonra,
yönsüz hale gelirsin dedim sonra.

O aşağılık herifler hayvan gibi ot yerler dedim,
bir ele geçirdiler mi dedim ananı bellerler.

Oraya gitme dedim,
oraya gitme dedim sana.

Halk - Paul ELUARD

Halkım ben,
hani şu sayılamayan,
hani şu çok halk.
Soluğumun öyle bir gücü var ki
sessizliği deler geçerim, dinlemem,
filiz verir, boy atarım,
zifiri karanlık demem.

Zulüm, acı, ölüm, şu bu
bir anda gizlerse de tohumu,
ölmüş gibi görünürse de halk,
döner gelir elbet bir gün nisan ayı,
kavuşur baharına toprak,
kızgın eller dağıtır atar ağır havayı.
Ölümün içinden yeşerir yaşamak.

Holivut - Bertolt BRECHT

Ekmeğimi kazanayım derim
ben her sabah,
kalkar yalan satılan pazara giderim,
girerim satıcılar yanında sıraya.
Yüreğim kabarır umutla
benim her sabah.

Hoşça Kalın - Federico Garcia LORCA

Ölürsem
Açık bırakın balkonu.

Çocuk portakal yer.
(Balkonumdan görürüm onu.)

Orakçı ekin biçer.
(Balkonumdan duyarım onu.)

Ölürsem
Açık bırakın balkonu!


Kaçak - Boris VIAN

-Cezayir Kurtuluş Savaşı'nda ölenleri anarak-

Efendi misiniz, kodaman mısınız ne,
bir mektup yazıyorum size,
bilmem vaktiniz var mı
okumaya bu mektubu.

Az önce verdiler elime
askerlik kâğıtlarımı,
savaşa çağırıyorlar beni,
diyorlar yola çık en geç çarşamba akşamı.

Efendi misiniz, kodaman mısınız ne,
dövüşmeye hiç istek yok içimde,
insancıkları öldürmeye gelmedim ben,
gelmedim ben bu yeryüzüne.

Sizi kandırmak değil niyetim,
ama söylemeden de edemem,
savaş ahmakların işi,
hem insanlar ondan hanidir bıktı.

Doğduğum günden bu yana
ölen çok babalar gördüm,
gidip dönmeyen kardeşler gördüm,
çocuklar gördüm iki gözü iki çeşme.

Ya analar ne çekti, ya analar,
bir yanda işi tıkırında bir avuç insan
bolluk içinde rahat yaşar,
bir yanda ölüm, çamur, kan.

İnsanlar tıkılmış dört duvar içine,
çalınmış neleri var neleri yok,
karıları, eski güzel günleri bütün.

Gün doğar doğmaz yarın
kapatacağım şırak diye kapımı
ölmüş yılların suratına,
alıp başımı yollara düşeceğim.


Aşacağım karaları, denizleri,
ne Avrupa'sı kalacak, ne Amerika'sı, ne Asya'sı,
dilene dilene hayatımı
şunu diyeceğim insanlara:

Üstünüzden atın yoksulluğu,
durmayın bakın yaşamaya,
hepimiz kardeşiz, kardeşiz, kardeş,
ey insanlar, ey insanlar, ey.

İllâki kan dökmek mi gerek,
gidin dökün kendi kanınızı,
size söylüyorum bunu da,
efendi misiniz, kodaman mısınız ne.

Adam korsunuz arkama belki de,
unutmayın jandarmalara demeye:
üzerimde ne bıçak var, ne tabanca
korkmadan ateş etsinler bana,
korkmadan ateş etsinler bana.

Merhaba, Guatemala! - Miguel Angel ASTURIAS

Merhaba, yumuşak kanatlı, kumral Guatemala!
Sevginin, kardeşliğin toprağı, merhaba!
Merhaba, sessizliğin,yalnızlığın türküsü, Guatemala!
Merhaba, iyiliğin eli!
Tanrının eli, merhaba!
Evlâtlarının sırtları birer kapı,
kapar o kapılar dünyanın giriş yerini,
bu etten kemikten kapıların ardına bakma!
Çığlıklar göklere ağar, ve ölüm askerleri
orda parlatır çizmelerini kanla.
İnsan dolu zındanlar, tıklım tıklım, yıkılacak gibi,
tıklım tıklım zındanlara bakma!
Tekmil duvarlar delik deşik kurşunlarla,
delik deşik duvarlara bakma!
Almış başını kaçar korkudan tekmil yollar,
korkudan kaçan yollara bakma!
Kapasın önünü bu kapı senin,
bu kapı bunların hiç birini sana göstermesin,
zincire vurulmuş insanın sırtı, bu kapı.
Tarlalara, yeşermiş taze bitkilere bakma!
Boyunduruğa, darağacına bakma!
Kiliselere, kutsal eşyaya bakma!
Körüz biz, kör olmasına körüz ama,
kızımız, anamız, avradımızsın sen bizim,
ne olur, uzak kalma gözümüzden.
Bugün kızımız ellere satılık.
Cezası yok mu bunun! Nerdesin, ceza?
Ağzının açmaz kimse, kıpırdatmaz dudağı
ama herkes, gece gündüz, ve inanmadan,
senin görmediğini görür, ey vatan,
görür şölen yemekleri yediğini
iri kemikli, et yiyici büyük korsanın,
senin memelerinden yapılmış yemekler,
senin pütürlü memelerinden,
ey canım toprak!
Seni satanları görür, hepsi bekçilik eder, hepsi nöbette:
Yersin yumruğu, tekmeyi, kırbacı, kurşunu,
bu altın şölenin tadını hiç kimse kaçırmayacak.
Şu rüzgâr söndürecekse söndürsün artık
senin göklerini ışıklarıyla boyayan çırağıyı,
kaplasın gün ışığını sonsuz karanlıklar;
Büyük korsan, şu hayvan gözlü,
evinde, toplamış eşini dostunu,
hart hart yer durur vatanı,
nasıl oynarsa bir top oyuncusu topla,
öyle okşar durur ötesini berisini,
bekler kendinden geçsin, koyversin kendini,
kolları arasında, utancından.
Hâlâ neden kararsız gökyüzü?
Tanrı bu kadar kötü mü ki?
Bunca şirinliği, birikmiş güzelliği silip süpürmek için
yürürken deniz karalara, göllere doğru,
öç alan bir deprem atarken her şeyi ölümün ağzına,
büyük korsan tükürürken tütününü,
titrek sesiyle tırmalar dururken
perişan vatanın kokulu kulağını!
Hâlâ neden kararmaz gökyüzü?
Tanrı bu kadar kötü mü ki?

Köleliğin kısır, verimsiz kumsalında
zaman diye bir şey yok.
Zaman yapraklarda, dallardaydı,
gövdelerindeydi ağaçların, ve köklerinde,
cıvıl cıvıl bir şeydi zaman, yaşayan, canlı,
zaman yaşamıydı yani insanoğlunun.
Bir gün vatan yurdun bütün saatlerinde yaşamıştı bu zamanı.
Ama bugün gelin görün ki,
doyurmak için koca korsan aç karnını,
bir bir kendisi saymakta bu zamanın günlerini.
Ateş, kasırga, şimşek, nerdesiniz, çabuk olun!
Vatan ki bir dilber, bir içim suydu,
belindeki kemer parçalanmış bir menteşe!
O sülün boy, o su testisi, o başının tacı,
dilberliğini yapan şeyler değil de neydi?
O güzelim papuçlar değil miydi alımını arttıran?
Çıkın alevler, sarılın ağaçların, ürünlerin boğazına,
yansın büyük korsanın önünde toprak yalım yalım!
Ölüm zamanı sarmakta!
Ölüm sarmakta dünyayı!
Yok olsun bütün hayat adası!
Yok olsun bütün hayal adası!
Vatan satılmıştır büyük korsana!
Uyur ağaçlar kışın.
Vatanda uyusun ağaçlar gibi.
Peşinde bir sürü kuyruğuyla
büyük korsan saltanat sürsün,
vatan da uyusun bu köle haliyle,
yıldızlara,haydi parlayın, diyeceğimiz güne dek,
yansıtın gökyüzüne bu çınlayan sevinci,
diyeceğimiz güne dek sulara,
haydi uyanın, diyeceğimiz güne dek ölülere,
işte o gün geldi, diyeceğimiz güne dek,
evlerimiz kurtuldu cellâtlardan,
hayat zulümden ve korkudan kurtuldu,
kurtuldu yabancılardan toprak,
haydi, ekelim tohumu,
altın buğdayı devşirelim, tam zamanı,
açalım kollarımızı, sarılalım sevgili vatanın boynuna,
gözlerimizde mutluluğun yağmuru;
evlâtlarının arasındasın işte,
evlâtların işte seninle sarmaşdolaş,
diyeceğimiz o mutlu güne dek,
vatan uyusun!

O Gün Gelince - Vítezslav NEZVAL

O gün bir gelsin bak, bize artık aç kalmak yok.
Geçeceğiz vitrinlerin, sergilerin önünden, küçülmeden.

Portakalları yığacağım önüne senin, tepeleme,
şarapları yığacağım, etli börekleri, salamları.

Elden geçireceğiz hepsini bir bir, unutalım diye
senin çektiğin acıları, benim gördüğüm işkenceleri.

Sevgili işçi kadın, şapka yapan makine,
artık bu elbiseler kaça diye sorma.

Kumaşı dokudun, elbiseyi diktin ya, giyinmek de hakkın.
Artık kunduracı da yürümeyecek yalnayak karda.

İpekli gömlekler uçuracak bizi rüzgârda kuş gibi.
Lâfta kalacak sanma, taş çatlasa bunlar olacak.

Bir kurtulalım hele tüm asalaklardan,
nasıl seveceğiz birbirimizi, şiirler okuya okuya!

Çekip gidince soyguncular, bir başka dünya kuracağız.
Yaşamak neymiş, yaşamak, sen o zaman gör bak!

Saint - Martin Sokağı Şarkısı - Robert DESNOS

Artık sevmiyorum Saint-Martin'i
André Platard gideli beri.
Artık sevmiyorum Saint-Martin'i
Ne şarabı, ne bir şeyi.

Artık sevmiyorum Saint-Martin'i
André Platard gideli beri.
Dostum benim, can yoldaşım,
Bölüştüydük odamızı, ekmeği hani.
Artık sevmiyorum Saint-Martin'i.

Dostum benim, can yoldaşım,
Bir sabah birden kayboluverdi;
Sessiz sedasız götürmüşler.
Görünmedi bir daha Saint-Martin'de,
Alınmadı tek bir haber.

Ne çıkar yalvarmaktan azizlere,
Marie'ye, Jacques'a, Gervais'ye, Saint-Martin'e.
Bir tepe üstündeki Valèrien'e yalvarmaktan ne çıkar.
Günler geçiyor, tek bir haber yok,
Gitti Saint-Martin'den André Platard.

Savaşta Ölenler - Paul ELUARD

Her yer tıklım tıklım ölü
Acı boğacak beni boğacak beni
Otlar yalnızlıktan kupkuru
Ama suçlu ben değilim ben değilim
Katillerle bir olmadım olmayacağım da
Özgür kalacağım işte böyle bir başıma
Ve insanoğluna bundan sonra da
Ne ölüm dokuncak ne dirim.

Yaşamak Artıyor - Eugène GUILLEVIC

Ne zaman bize derler:
Yaşamakta bir artış var,

Demek istemezler kadınların
genişledi bedenleri.

Demek istemezler boyu uzun
ağaçların bulutlardan.

Yolculuk edilebilir
demek istemezler
birazcık bir çiçekte.

Sevişenler her gün sabahtan
akşama dek sarmaş dolaş
demek istemezler.

Demek isterler ki düpedüz
zorlaşmada gittikçe
insanca yaşamak.

Hiç yorum yok:

0

0
Program ve Dosya Arayın


Web'de Gez Radyo Dinle